Son yıllarda, insanların davranışlarında daha önce varsayıldığı kadar akılcı/rasyonel olmadığını gösteren pek çok araştırma yayınlandı. Özellikle ekonomi bilimindeki Davranışsal Ekonomi akımı, kararlarımızda ne kadar duygusal, sezgi ve önyargılara bağımlı ve mantıksız olabildiğimizi ortaya koydu.
Aşağıda linki bulunan makale, bu alana farklı bir açıdan bakıyor ve davranışları bu zaaflarla malul insanoğlunu akılcı argümanlarla ikna etmenin mümkün olup olmadığını sorguluyor. Hepimiz sürekli fikirlerimizi savunma, karşımızdakini ikna etme çabası içinde olduğumuz için, bu soru önemli. Makale, konuyu çeşitli açılardan enine boyuna tartışıyor ve çeşitli araştırma ve çalışmalardan ilginç örnekler veriyor. Orijinalini okumakla uğraşmak istemeyebilirsiniz diye, önemli bulduğum saptamaları aşağıda özetledim:
- Karşınızdakinin akılcı argümanlardan etkilenmesi için, konunun kendisini doğrudan ilgilendirdiğini düşünmesi (motivasyon) ve kendisine sunulan argümanları tartma imkanının (fırsat) olması gerekli. Argümanları değerlendirme motivasyon ve fırsatına sahip değilse, istediğiniz argümanı ortaya koyun, fikri değişmiyor. Konu kişiyi doğrudan ilgilendiriyorsa da, bekleyeceğimiz gibi, kuvvetli argümanlar fikrini değiştirebiliyor, ama argümanlarınız zayıfsa, orijinal fikri daha da pekişiyor. Özetle: Karşınızdakini yakından ilgilendirmeyen konularda fikrini değiştirmeye çalışmak boşa çaba. İlgisi varsa ve karşı argümanlarınız zayıfsa durum daha fena: umduğunuz sonucun tersini alabilirsiniz.
- Objektif, doğrusu/yanlışı olan konularda ikna daha kolay. Görüşlerinizin doğruluğunu, ya da karşı tarafın görüşünün hatalarını açıkça ortaya koyabilirseniz, ikna şansınız yüksek.
- Ahlaki yargılarda ise -tahmin edebileceğiniz gibi – işler daha zor. İnsanların sosyal canlılar olmasının bir sonucu, gruplar arasında rekabet varsa (hele hele kutuplaşma varsa), aidiyetin etkisi akılcı argümanlardan yüksek. Bu koşullarda da tarafların birbirini ikna etmesi imkansız değil, ama grubun ve sezgilerin etkisi argümanlardan daha fazla. Yani işiniz çok zor.
- Ahlaki yargıların şöyle de bir yönü var: Ahlaki bir yargıyı ortaya koyabilmek için, kendi çıkarlarınızın dışına çıkmanız lazım. Açsanız, “ben açım, elindeki yemeği bana ver”den ziyade, “toklar yemeklerini açlarla paylaşmalı” gibi bir formülasyon yapacaksanız muhtemelen. Böylece, kendinizin gelecekteki davranışlarını da bağlamış oluyorsunuz. Ertesi gün, siz de yemeğinizi paylaşmak durumundasınız – tabii tutarlı olacaksanız. Aksi takdirde, toplum sizi zaman içinde dışlayacak. Bizdeki gibi tutarlılık beklentisi çok da yüksek olmayan bir toplumda yaşıyorsanız, daha rahat olabilirsiniz herhalde. 🙂
Makalede sözü edilen ilginç tezlerden biri aklın, evrim tarihinde doğruyu bulmak için değil, başkalarını ikna etmek için gelişmiş olduğu. İnsanlığın temel sorunu da bu galiba…
Makalenin linki aşağıda.
Aydın Bey
Ãok güzel konu ve harika bir yazı olmuÅ.
Bana göre Åimdiye kadar yazılanların en iyisi oldu.
Tebrikler.
Teşekkürler, Soner Bey.
Aydın Bey,
Konunun dogrudan karsidakini ilgilendirmesini ve güçlü argümanın iknadaki etkisiyle beraber,
‘Karizma’ nin ikna üzerindeki etkisini nasıl değerlendirirsiniz?
Asil Bey, yerinde bir soru. Bu makale, daha çok argümanlara odaklanmış, argümanın kimden geldiğine pek değinmemiş. Bana sorarsanız, argümanı ileten kişi, nasıl ilettiği belirleyici rol oynuyor. Ancak, şöyle de bir yönü var: Karizmadan ya da inandırıcılıktan etkilenmek için, “sizin taraftan” olması lazım. Kutuplaşmış bir ortam varsa örneğin, karşı cephenin en inandırıcı kişisinin argümanı bile kolay nüfuz etmeyecektir diye düşünüyorum.