Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

İlk yazımda belirttiğim gibi, Hindistan’da dört şehre gittik. Bu yazıda, şehirlerden ve farklılıklarından söz edeceğim.

Delhi, Hindistan’ın başkenti. Coğrafya dersinde Yeni Delhi diye öğrenmiştik, oraya gidince gördük ki aslında Yeni Delhi ve Eski Delhi diye iki parçalı bir şehir. 17 milyon, yani kabaca İstanbul kadar nüfusu var. Şehrin tarihi eski ve Müslüman/Orta Asya/Türk etkileri fazla. Özellikle, Türk/Moğol Babür İmparatorluğu çok iz bırakmış. Yeni Delhi ise İngiliz sömürgeci dönemde başkent olarak yapılmış. İngiliz zamanından kalma, Viktorya tarzı büyük hükümet binaları, anıtlar, geniş caddeler, parklar, güzel konsolosluk binaları. İnsan kendini Ankara’da sanıyor. 🙂 Eski Delhi, başka bir zaman döneminde yaşıyor. Daha önceki yazılarımda tarif etmeye çalıştığım keşmekeş burada çok belirgin. Sokak yaşamını ve fakirliği en yakından burada gördük diyebilirim.

 

20160312_05318

Eski Delhi

Bangalor kadar olmasa da, Delhi de bilişim sektöründen nasibini almış. Delhi’nin bir banliyösü gibi konumlanmış Gurgaon şehrinde uluslararası ve Hintli şirketlerin yer aldığı büyük ve modern iş merkezleri var. Delhi’nin merkezinden 30km kadar uzaklıktaki Gurgaon’a ulaşmak, yoğun trafikten dolayı 1,5 saat kadar sürüyor.

Agra, Delhi’ye üç saat kadar mesafede, çok daha küçük, neredeyse kasaba havasında bir şehir. Nüfusu 1,3 milyonmuş. Bugün pek mamur bir şehir olduğu söylenemez, ama çok ihtişamlı bir geçmişe sahip. Babür imparatorluğunun başkenti olduğu için önemli eski eserler var. Bunların en bilineni Taj Mahal gerçekten görülmeye değer. O kadar çok resmini görmüştüm ki, Taj Mahal’in bende pek etki yapacağını sanmıyordum, ama öyle olmadı. Gerçekten çok iyi tasarlanmış, çok ince işçilikle bezenmiş, çok zarif, çok özel bir bina. Her gün görseniz, yine aynı şekilde etkilenirsiniz eminim. Taj Mahal’in, Şah Cihan ve sevgili karısı Mümtaz’ın hikâyesini bilmiyorsanız, bulup okumanızı tavsiye ederim.

FullSizeRender-3

Efsanevi Taj Mahal

Bugünkü Agra’ya dönecek olursak, Taj Mahal’e öyle bir yoldan gidiyorsunuz ki, bunun sonunda mücevher gibi bir eser göreceğinizi tahmin etmek zor. Taj Mahal’in yakınında oteller var. Bir kısmı süper lüks, bizde “yedi yıldızlı” denilen türden. Diğerlerinde, klimalı çift kişilik odanın gecesinin 30TL olduğunu duyuran ilanlar var. Hindistan’daki kontrastlara bir örnek daha: Taj Mahal’in girişinin hemen yanında bir cüzzam kolonisi bulunuyor. Bu feci hastalığın dünyada en yaygın olduğu ülke Hindistan.

Bangalor, ya da Hintlilerin dediği gibi “Bangaluru”, Hindistan’ın Silikon Vadisi. On yıl kadar önce  bir küsur milyon nüfusu olan, bir emeklilik mekanı olarak konumlanan bir şehirken, yazılım endüstrisinin gelişmesiyle 8,5 miyon nüfusa ulaşmış. Bu büyüme yakın zamanda ve modern iş kollarında çalışan orta sınıf ağırlıklı gerçekleştiği için, görünümü diğer şehirlerden daha derli toplu. Her yerini dolaşmadık tabii ki, ama diğer şehirlerdeki sefalet manzaralarını Bangalor’da pek görmedik. Şehrin merkezinin hemen dışında, Hintli ve uluslararası yazılım firmalarının büyük kampüsleri, merkezleri var. Buralarda on binlerce yazılımcı, çağrı merkezi elemanı çalışıyor. Bangalor, Hindistan’ın modern yüzünü yansıtıyor.

Bangalor’da Hindu tapınaklarını yakından görme fırsatı bulduk. Şehrin en büyük tapınağı Iskcon, yirmi yıl kadar önce yapılmış. İçinde dev bir sunak ve putlar var. Altın rengindeki bu sunağa yakından bakınca, plastikten yapıldığını görüyorsunuz. Putlar da vitrin mankenleri gibi. Din anlayışlarını kavrayabilmek bizler için gerçekten zor.

Delhi Hindistan’ın Ankara’sıysa, Mumbai, ya da eski söyleyişiyle Bombay da İstanbul’u. 20 milyonluk nüfusuyla, finans, ticaret ve eğlence dünyasının kalbi, Bollywood’un merkezi. Canlı, dinamik bir sahil şehri. İstanbul’dan kalabalık bu nüfus, İstanbul’dan çok daha küçük bir yarımadaya sıkışmış. İngilizlerden kalma öyle muhteşem binalar var ki, bu kadar ihtişamlısını İngiltere’de zor bulursunuz. 🙂 İzmir’in Kordon’una benzeyen bir sahil şeridi var. Özellikle kıyı şeridinde yer alan güzel evler, yüksek binalar, lüks otelleri ile zenginlik bu şehirde belirgin. Dünyanın en pahalı evi olduğu iddia edilen bir ev gösterdiler. İçinde dört kişilik Ambani ailesinin – ve herhalde yüzlerce hizmetlinin – yaşadığı yirmi katlı bu eve kırk milyar dolar değer biçildiği söylendi. Diğer yandan, dünyanın en büyük gecekondu mahallesi de Mumbai’de. Daha iyi bir karşılık bulamadığım için, “gecekondu mahallesi” tabirini, “slum” karşılığı olarak kullandım; ama bizim gecekondu mahalleleri bu slum’lar yanında düzenli orta sınıf semtleri. Mumbai’de deniz üzerinde bir kayalığa kurulmuş ve uzaktan çok hoş görünen küçük bir camii var. Adı Hacı Ali olan bu camii ve çevresi, bence Mumbai’nin güzellik ve çirkinlik kontrastını iyi yansıtıyor. Camiye deniz üzerinde herhalde bir kilometre kadar uzunlukta bir patikadan gidiliyor. Bu patikanın bir yanında pazarcılar, diğer yanında ise insanın yüreğini dağlayan hallerde dilenciler var. Deniz çekildiğinde, patikanın iki yanı kötü kokulu bir balçık; karaya doğru baktığınızda, yüksek, modern binalar.

20160319_05659

Hindistan’ın hafif gerçeküstü/başka bir zamana ait haline son bir örnek vereyim: İran’dan yüzlerce yıl önce göç etmiş Zerdüşt’ler, daha çok Mumbai civarında yaşıyor ve Parsi diye anılıyorlar. Oldukça varlıklı olan Parsiler (örneğin Tata ailesi Parsi) Zerdüştlüğü hala yaşatıyorlar. Parsiler öldüklerinde gömülmüyor, yakılmıyor. Cenaze bir nevi şurupla kaplanıp açığa bırakılıyor ve kuşlara yem olması, böylece tabiata dönmesi bekleniyor. Mumbai’dek ev sahibimiz, cenazelerin bırakıldığı alanın yakınındaki bir parkta yürüyüşe götürdü. Söylediğine göre cenaze günlerinde her taraf kuş dolu oluyormuş.

Yazı daha fazla Evliya Çelebi tefrikasına dönüşmeden burada bitiriyorum. Bir sonraki yazıda artık amatör gezgin kimliğini bırakıp, bilişim dünyasına döneceğim.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü