Genç Girişimciye Tavsiyeler – 5: Görünüşünüz Kimliğinizdir.

Özellikle teknik kökenli girişimcilerde, işin içeriğine konsantre olup, dışarıdan nasıl göründüğünü göz ardı etme, en azından ikinci plana atma eğilimi kuvvetli oluyor.   Ancak hepimiz müşteri olduğumuz durumlardan biliyoruz ki, muhatabımızın bize sunduğu görünüm;  onunla çalışma isteğimizden, ödemeye hazır olduğumuz ücrete kadar, ilişkinin pek çok boyutunu etkiliyor.

İtibar üzerine yazdığım yazıda, yarattığınız algının farkında olmanın ve imajınızı aktif olarak yönetmenin önemine değinmiştim.   Bu yazıda görünümün  ve yaratılan algının önemini vurgulamak ve bu konunun değişik yönlerini açmak istiyorum.

Görünümünüzü, havalı söylenişiyle imajınızı, yönetmek için bence şunlara dikkat etmeniz lazım:

  1. Öncelikle, kim olduğunuzu, ne değer sunduğunuzu iyi düşünün ve saptayın.   Sonra da tüm görünümünüzün ve mesajlarınızın bu kimlikle uyumlu olduğundan emin olun.  Yaptığınız iş köşe başında bakkallıksa, kimliğiniz bundan mı ibaret, yoksa asıl hedefiniz insanlara en taze, en güzel gıda ürünlerini, günün her saatinde sunan komşuları mı olmak, karar vermek lazım.  Eğer ikincisini yapmaya hazırsanız ve görünümünüzü, bu kimlikle uyumlu kılabiliyorsanız, müşterilerinizin sizi tercih edeceğinden ve işinizin küçük bir bakkal dükkânıyla sınırlı kalmayacağından emin olabilirsiniz.   Bu blogun okurlarına daha yakın bir örnek vermek gerekirse:  Şirketiniz program mı yazıyor, yoksa x sektöründeki kurumların daha rekabetçi olabilmesi için onların sorunlarına çözüm getiren bir iş ortağı mı?  Eğer ikincisini kimliğiniz olarak benimsiyorsanız, söylemleriniz, görünümünüz, bu kimliği yansıtmak için nasıl değişmeli?
  2. İşin bir de, “olduğun gibi görün” yönü var.  İletişimde samimiyet ve dürüstlük herşey.  Günümüzün şişirilmiş görüntüler dünyasında uçuşan mesajlara kanmayın; yükselen değer samimiyet.   Güçlü yönlerinizi ön plana çıkartmak, bunların müşteriye yararını biraz abartmak, zayıf yönlerinizden söz etmemek değil sözünü ettiğim.  Bunlar eşyanın tabiatında var.  Yeter ki, kendinizi olduğunuzdan farklı konumlamaya çalışmayın.  10 kişilik şirketseniz, uluslararası holding havalarına girmeyin.  Bunun yerine, 10 kişilik şirket olmanızın getirdiği katma değere odaklanın ve bunu anlatın.
  3. Derli toplu olmak – veya eksikliği – mutlaka bir izlenim bırakıyor.   Evet, anneniz odanızı toplamanızı istediğinde haklıydı.  Karmakarışık, tozlu parçaların sağa sola atılmış olduğu tamircilere hepimiz girmişizdir.  Cihazınızın tamir edileceğinden değil, bıraktıktan sonra yeniden bulunabileceğinden bile şüphe edersiniz.  Fiziksel bir ürününüz yoksa da durum değişmiyor.  Ofisinizin, dokümantasyonunuzun derli topluluğu, teklifinizin görünümü, vermeyi vaat ettiğiniz hizmetin kalitesiyle ilgili ipuçları veriyor.  Sizin ve ekibinizin kılık-kıyafeti de buna dahil.  Kişisel bakımdan söz etmeye gerek bile yok diyeceğim, ama ne yazık ki gerek olduğunu kanıtlayan yeterince örnek gördüm.
  4. Steve Jobs hepimize tasarımın önemini öğretti.   Sadece ürünlerinizin değil,  ofisinizin, antetli kağıtlarınızın, pazarlama malzemenizin tasarımı da mesajınızın bir parçası.    Özellikle mühendislerin, işi ucuza getirmek için tasarımı kendileri yapma refleksinden uzak durun.  Kendimden biliyorum; cetvel tutabilmek tasarım yapabilmek anlamına gelmiyor.
  5. Ürünlerinizin, ofisinizin, web sitenizin, basılı malzemenizin sadece düzgün tasarlanmış olduğundan değil, tasarımın kimliğinizle uyumlu olduğundan da emin olun.  Salaş kebapçı olarak da, McDonalds olarak da başarılı olabilirsiniz; yeter ki hangi işte olduğunuzu bilin ve görünümünüzü kimliğinizle uyumlu kılın.

Görünümünüzün, sadece muhataplarınız üzerinde değil, sizin üzerinizde de belirleyici bir etkisi var.  İnsanlara değişik kostümler giydirip, çevreleri üzerindeki etkiyi ölçen deneylerde görmüşler ki, sadece çevre değil, kostümü giyen de giydiğinden etkileniyor.  Takım elbise giyen daha ciddi, üniforma giyen daha otoriter oluyor.  Demek ki, görünümümüze özen göstererek, öykündüğümüz kimliğin içini gittikçe daha fazla doldurabileceğiz.

Son olarak, kimliğinizin ve buna bağlı olarak görünümünüzün sürekli evrim içinde olduğunun altını çizmek isterim.  İnsanlar, şirketler, içinde bulundukları koşullar, moda, sürekli değişiyor.  Başarılı girişimcinin bu değişimlerin farkında olması ve kimliğini ve görünümünü sürekli yoğurması, hatta yeniden yaratması gerek.

Bu dizide yer alan tüm yazılar:

Genç Girişimciye Tavsiyeler – 1: “It’s the execution, stupid!”

Genç Girişimciye Tavsiyeler – 2: Fazla Para Göz Çıkartır.

Genç Girişimciye Tavsiyeler – 3: Muhasebeciniz ve Avukatınız En İyi Dostlarınız Olsun.

Genç Girişimciye Tavsiyeler – 4: İtibarınız Herşeyinizdir.

Genç Girişimciye Tavsiyeler – 5: Görünüşünüz Kimliğinizdir.

Genç Girişimciye Tavsiyeler – 6.1: Exit Üzerine Düşünceler – Hisse Satışı Neden, Ne Zaman, Nasıl Yapılmalı?

Hırvatistan Tatili – Sony Nex 7 ile İlk Fotograflar

20120816_00023.jpg20120816_00027.jpg20120816_00032.jpg20120816_00034.jpg20120816_00034-2.jpg20120817_00039.jpg
20120817_00042.jpg20120817_00053.jpg20120817_00054.jpg20120817_00069.jpg20120818_00086.jpg20120818_00091.jpg
20120818_00093.jpg20120818_00098.jpg20120818_00099.jpg20120818_00100.jpg20120818_00101.jpg20120818_00102.jpg
20120818_00104.jpg20120818_00106.jpg20120818_00107.jpg20120818_00114.jpg20120818_00117.jpg20120818_00118.jpg

Croatia 2012, a set on Flickr.

Bu yaz üçüncü kez Hırvatistan’da yelkenli tatili yaptık. Önceki iki tatil, arkadaşlarımızla toplam iki tekne idik, bu yaz tekne sayısı üçe çıktı.

Yılda zaten bir hafta-on güne sığan tatilimi üç kez aynı yerde yapmamdan anlayacağınız gibi, Hırvatistan tatili keyifli. Hırvatistan’a hala vize yok (yakında Avrupa Birliğine giriyorlar, yani bunlar son demler); maliyet, Türkiye’de benzer bir tatilin maliyetine benzer noktada; denizi ve doğası çok güzel; özellikle tekne ile dolaşırsanız, en kalabalık dönemde bile kendinize nispeten tenha yerler bulabiliyorsunuz. Sonuçta, 57,000km2 yani 10 İstanbul kadar alanda 4,5 milyon insan yaşıyor. Üzerine ne kadar turist eklerseniz ekleyin, yer kalıyor.

Hırvatistan’ın asıl farkı ve güzelliği ise, Dalmaçya adaları olarak bilinen onlarca adanın neredeyse her birinde birbirinden hoş, tarihi, küçük kasabaların olması. İyice turistik olan birkaç tanesini hariç tutarsanız, bu adalarda yaşam sakin. Bana İstanbul’un, özellikle İstanbul adalarının eski zamanlarını hatırlatıyor.

Hırvatların sırrı, adalarını, küçük kasabalarını, yaşamlarını, doğalarını korumayı başarmış olmaları. Bazı yerlerde onların da rant peşinde biçimsiz modern yapılar inşa ettiklerini görüyorsunuz, ama en azından eski kasabaları kendi hallerine bırakmışlar. Evlerin, rıhtımların, kamu binalarının çoğu yüzlerce yıllık taş yapılar ve hala kullanımdalar. Ve tabii kaldırımlar ile sürekli imtihan edilen bir milletin çocukları olarak, yüzyılların deniz tuzlu havası ve kim bilir kaç milyon adım ile aşınmış, ama hala sapasağlam kaldırım taşları gıpta ettiriyor.

Hırvatistan’ın tarihi karışık. Uzun sure Venedik hakimiyeti altında kalmış. Osmanlılar – daha çok sahil şeridine saldırılar şeklinde – gelip gitmişler. Sonrasında Hapsburglar hakimmiş. Hırvatların Yugoslavya dönemine karşı duyguları karmaşık. Bireyselliği ezen Tito rejiminden şikayet etseler de, sanki o daha basit yaşama için için özlem duyuyorlar. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonraki felaketlerden paylarını almışlar ve savaş anıları hâlâ taze.

Adalar kayalık. Genel olarak makilik veya çıplak. Deniz muhteşem. Yemekler çok matah değil, ama güzel yemekler – özellikle deniz mahsulleri – yemedik desem haksızlık etmiş olurum.

Gelelim fotograflara: Daha önceki yazılarımda, uzun bir seçim sürecinin sonunda yeni bir Sony Nex-7 “aynasız” fotograf makinesi aldığımdan söz etmiştim. Bu makine ile ilk fotograflarımı çektim. İzlenimlerimi aşağıda paylaşıyorum; fotograflara flickr link’inden bakıp kendi görüşünüzü oluşturmanız muhtemelen daha sağlıklı. Flickr’daki resimler RAW çekildi ve Adobe Lightroom’da işlendi.

  • Makinenin hafifliği ve küçüklüğü muhteşem. Sürekli yanınızda taşımaktan hiç gocunmuyorsunuz.
  • Renklerini ve sensörün 24mp çözünürlüğünü beğendim.
  • Resimlere bakınca, fokusta bazen zorlanmış olduğumu gördüm. Makinenin zaafından çok, benim acemiliğim muhtemelen.
  • Sokak fotografçılığı zevkli. Bel hizasında tutup, katlanır ekranı yoluyla çekim yapabiliyorsunuz. Küçük olduğu için çevrenin pek dikkatini çekmiyor.
  • Manzaralarda da, portrelerde de fena sonuç vermedi bence.
  • Görebildiğim kadarıyla asıl zayıf nokta, objektif. Makine ile satılan 18-50mm kit lens çoook yavaş. (f3.5-5.6) Bereket Sony yeni objektifler çıkartıyor. Para harcamak gerekecek.
  • Düşük ışık performansı konusunda kararsız kaldım. Yüksek ISO’larda durum pek iç açıcı değil, bana sorarsanız. Farklı objektiflerle denedikten sonra daha iyi bir kanaat oluşabilir.
  • Sensör tozu – daha doğrusu sensör lekesi – sorunum oldu. Lekelerin bir kısmını kendim temizleyemedim, Sony yetkili servisi sensor üzerindeki koruyucu filtrede kalıcı bir iz olduğunu söyledi. Makineyi aldıktan sonra ojektifi monte etme dışında sensörün önünü açmadığım için masum olduğumu düşünüyorum. Garanti altında tamire gönderdim, bakalım ne çıkacak. Internetteki araştırmamda bu soruna sahip başka kimse bulamadım, benim bahtsızlığım sanki.

Genel kanaatimi sorarsanız, memnunum. Karşılaştırmalı bir görüş değil, tabii ki, ama bu makinenin kimseyi pişman edeceğini sanmıyorum.

Pazarlık Stratejisi: Fiyatı İlk Söyleyen Taraf Olmak Avantajlı mı?

Pazardan domates alırken, yeni bir iş teklifinin ücret paketini görüşürken, bir satışın sözleşme koşullarını müzakere ederken veya savaş sonrası mütareke yaparken hep pazarlık söz konusu.   İş ve özel hayatımız pazarlıklar üzerine kurulmuşken ve pazarlıkların sonuçları bazen ülkelerin geleceğini belirlerken, pazarlık stratejilerine kafa yormakta yarar var.

Pazarlıkta amacın iki tarafın da masadan memnun ayrılması olduğu söylenir.  Evet, sonucun adil olmasını ve karşı tarafın da haklarının gözetilmesini istiyoruz; ama bu arada kendi pozisyonumuzu maksimize edebilirsek fena olmaz herhalde.  Bu maksimizasyona giden yol, pazarlığın ilk adımı olan ilk bildirimle başlıyor.   Pazarlığın başlayabilmesi için, taraflardan birinin fiyat söyleyerek pazarlığı “açması” gerekir.   Pazarlığı açan biz mi olalım, yoksa ilk hamleyi karşı taraftan mı bekleyelim?  Karşı tarafın elini görmeden ilk bildirimi yaparsak, kendimizi gereksiz yere kendi varsayımlarımıza kısıtlamış mı oluruz?

Gözlemim, daha az deneyimli veya çalışmaya daha az yatkın olanların açılışı genellikle karşı tarafa bıraktıkları yönünde.  Böyle davranarak kendilerini dezavantajlı pozisyona koyduklarının farkında değiller, ne yazık ki.  Pazarlığı açan, bu açılışla bir çerçeve çizmiş oluyor ve sonraki görüşmelerin yönünü belirliyor.  Özellikle karşı taraf tecrübeli ve hazırlıklı değilse, pazarlık, ortaya ilk koyulan koşullar etrafında oluşuyor.  Karşı taraf bu koşullardan taviz aldığında kendisini başarılı addediyor.

Burada önemli kural, açılışta bildirdiğiniz koşulların makul zeminde olması.  100TL’lik bir ürüne 1000TL isteyerek pazarlığı açmak belki karşı tarafın pazarlık masasına oturmaması sonucunu doğuracak; en azından iyi niyetiniz sorgulanacak.  Farkın bu kadar belirgin olmasına da gerek yok.  Kapalı Çarşı usulü pazarlıktan uzak durmakta, pazarlığı makul sınırlar içerisinde tutmakta ilişkinin geleceği açısından da yarar var.

Peki, pazarlık edilen konuda yeterli bilginiz yoksa, yani makul koşulların ne olduğunu bilmiyorsanız ne yapmalısınız?  İlk defa aldığınız bir ürün veya hizmette durum çoğu zaman böyle.  Bu durumda ne yazık ki çareniz yok; ilk hareketi karşı taraftan bekleyeceksiniz.  Ancak daha akıllı strateji, pazarlık öncesi araştırma yapıp bilgi eksikliğini gidermek ve masaya hazırlıklı gelmek. 

Bilim adamları yememişler içmemişler, ilk açılışı yapma stratejisinin neden işe yaradığını araştırmışlar.  Cevabı, aşağıdaki makalede.

When to Make the First Offer in Negotiations

Kim Kardashian’ın İletişim Mucizesinden Dersler

Kardashian deyince dikkat kesildiniz, değil mi?  Kim Kardashian bildiğim kadarıyla bizim işten anladığımız manada pek bir iş yapmıyor, topluma büyük bir katkısı da yok.  Güzellikse, dünyadaki tek veya en güzel kadın da değil; ama Los Angeles’den Türkiye’ye, hepimiz ismini biliyoruz, dahası, ismini gördüğümüzde merak edip şöyle bir bakmadan geçmiyoruz.   Bu bir iletişim mucizesi ve hepimiz için çıkartabileceğimiz dersler içeriyor.

Ekteki makale, muzip bir dille bu dersleri anlatıyor.  Önemli gördükleri mi aşağıda özetliyorum; makalenin orijinalini okumanızı her koşulda öneririm:

  1. Sunduğunuz temel değerin farkına varın ve bunu vurgulamaktan çekinmeyin.   Sunumunuzu dinleyicilerinizi uyutacak bilgi ve detaylarla doldurmayın.  Hitap ettiğiniz kitleye ne değer öneriyorsunuz?  Bunu iyi saptayın, olabildiğince yalınlaştırın, her fırsatta vurgulayın.
  2. Mesajınızı her kanaldan ve sürekli verin.  Özellikle günümüzün mesaj bombardımanlı dünyasında, örneğin şirket içi yeni bir uygulamayı bir elektronik postayla duyurmak ve insanların gerekli mesajı almalarını beklemek gerçekçi değil.   Aklınıza gelen her kanalı kullanın: Posterler yapın, eşe dosta haber verin, küçük bir parti organize edin, video yayınlayın ve herkes mesajı alana kadar durmayın.
  3. Sponsorlarınızı saptayın, gerekli kaynakları vermeleri için ne gerekiyorsa yapın.  Kim Kardashian’ın sponsorları kıyafetlerini, seyahatlerini sağlıyorlar.  Sizin sponsorlarınız da size işlerinizi, projelerinizi yapmak için gerekli kaynakları sağlayacaklar.  Bu para olmak zorunda değil; farklı ekiplerdeki çalışanların zamanları, belli tesislerin kullanımı, tecrübeli bir yönetici veya uzmanla haftada bir saat konuşabilme fırsatı; bunlar hep sponsorlar yoluyla elde edebileceğiniz kaynaklar.
  4. Duruşunuzu belirleyin ve sağlam durun.  Kim Kardashian başarısını mahcup davranarak elde etmedi, değil mi?
  5. Başka “marka”larla işbirliği yapın.  Şirket içinde farklı birimlerin hedeflerinin birbirilerini nasıl destekleyeceğine kafa yorun; başka şirketlerle güç birliği modelleri oluşturun.
  6. Her zaman güzel olun.  Tamam, Kim güzel kadın; ama makyajsız da ortalarda dolaşmıyor.   Siz de giyiminize, ürettiğiniz dokümanların, hazırlandığınız sunumların, masanızın görüntüsüne önem verin.  Detaylar etkileyicidir; detaylara özen gösterin.
  7. Mesajınızı ve değerlerinizi yaşayın.  Söylediklerinizden çok, yaptıklarınızla (ve yapmadıklarınızla) algı oluşturacaksınız.
  8. Etki alanınızın sınırlarının farkında olun.  Kim Kardashian bilgisayar mimarileri üzerine ahkam kesmiyor; siz de uzmanlık alanlarınıza odaklanın, anlamadığınız alanlarda ortaya çıkıp itibarınızı zedelemeyin.

Kim Kardashian örneğine bakın ve iletişimin önemini anlayın; işinizin, projelerinizin, kendi “marka”nızın iletişim stratejisini oluşturun.

Makalenin orijinaline bu linkten ulaşabilirsiniz:

Management Maxims From Kim Kardashian, Communications Genius

GTD Zaman Yönetim Kılavuzu – 4: Yaşamınızı, Hedeflerinizi, Projelerinizi, Aksiyonlarınızı Dönemsel olarak Gözden Geçirin

Bu yazıda anlatacağım dönemsel gözden geçirme ve planlama bileşeni ile GTD Zaman Yönetim sistemini tamamlamış olacağız.

Bu bileşen sona kaldı diye önemsiz olduğunu düşünmeyin.  Dönemsel gözden geçirme ve planlama, sistemin tümünü ayakta tutuyor.  Şişe içinde yelkenli tekne maketleri vardır; koca yelkenlerin şişenin ağzından nasıl sığdığını insan ilk bakışta anlayamaz.  Maketi yapan usta, tekneyi direkleri yatık olarak şişenin ağzından içeri sokar.  Sonra, daha önce bağladığı ipi çekerek direkleri doğrultur.  İşte gözden geçirme ve planlama, sistemi şekle sokan bu son adım olacak.

Zamanınızı yönetebilmek, işlerinizi planlamak, hedeflerinize yönelik çalıştığınızı teyit etmek ve durumunuzu saptamak için dönemsel gözden geçirmelere ihtiyacınız var.   Bu süreç içerisinde aynı zamanda hedeflerinizin geçerliliğini de sorgulayacak ve yeni hedeflerinizi saptayacaksınız.

GTD içerisindeki gözden geçirmeler, farklı seviyelerde ve buna bağlı olarak farklı dönemselliklerle yapılıyor.  Allen bu seviyelendirmeyi anlatmak için bir havacılık benzetmesi kullanıyor.   Yükseldikçe, bakışınız daha geniş bir alanı kapsıyor ve detaylardan arınıyorsunuz.   Allen’ın tanımladığı seviyeler şunlar:

  • 50,000 + feet: Tüm yaşamınıza ilişkin hedefler, kararlar
  • 40,000 feet: 3-5 yılık vizyonunuz
  • 30,000 feet: 1-2 yıllık hedefleriniz
  • 20,000 feet: Sorumluluk alanlarınız
  • 10,000 feet: Güncel projeleriniz
  • Runway: Günlük/anlık aksiyonlar

Her türlü planlamada olduğu gibi, tepeden aşağı doğru gelmek, arzu ettiğiniz hayatı yaşamak, doğru vizyonla doğru hedeflere koşmak için önemli.  Allen’ın ek saptaması, en alt seviyenin, yani güncel aksiyonların ve projelerin kontrol altına alınmasının da tepeden aşağı planlama kadar önemli olduğu.  Bu “günlük hayatım kontrol altında” hissine sahip değilseniz, tepeden aşağı planlama sizi daha da strese sokup üzmekten başka bir şeye yaramayacak.  O nedenle, önce günceli kotaracaksınız, içiniz rahat olduğunda uzun vadeye bakacaksınız.

Değişik seviyelerdeki gözden geçirme ve planlamaları size makul gelen sıklıkta yapabilirsiniz.  Yaşamınıza ilişkin temel kararları, 3-5 yıllık vizyonunuzu, uzun vadeli hedeflerinizi herhalde yılda bir belki – özellikle gidişattan memnunsanız – daha seyrek çalışacaksınız.  Benim özellikle üzerinde duracağım, günlük ve haftalık gözden geçirme ve planlamalar.

Günlük Gözden Geçirme ve Planlama

Her günün sabahında, veya – benim tercihim – bir önceki gece, gününüzü planlayacaksınız.  Randevularınızı, o gün yapılması/bitmesi gereken işleri, bunlardan kalan zamanda, bulunduğunuz ortama göre ele alacağınız aksiyon listelerinizin önceliklerini belirleyeceksiniz.

Böyle bir planlamayı muhtemelen zaten yapıyorsunuz.  Dolayısıyla da, her zaman işlerin planlandığı gibi gitmediğinin farkındasınız.  Benim tecrübem, işler hiçbir zaman planlandığı gibi gitmiyor.  Allen, bu gerçeği kabul ediyor ve tipik bir günde üç çeşit aktiviteniz olacağını söylüyor: 1) Önceden tanımladığınız görevler 2) Önünüze yeni gelen, hesapta olmayan işler 3) Yeni işler/görevler tanımlama işi.

Önceden tanımladığınız işleri yapmak, psikolojik olarak en kolayı.  Hesapta olmayan işler ise, yapmanız gereken bir şeyleri yapamadığınız anlamına geldiği için insana suçluluk duygusu veriyor. GTD’nin bu gerilimi çözmeye yönelik bir cevabı var.  Allen diyor ki, hesapta olmayan işi gündeme alarak neleri yapmıyor olduğunuzu tam olarak biliyorsanız, içiniz rahat olacak.  Hem hangi işlere öncelik vereceğinizi daha sağlıklı saptayacaksınız, hem de kafanızda sizi yiyip bitiren muğlak bir “aslında başka bir şeyler yapıyor olmalıydım” hissi olmayacak.

Haftalık Gözden Geçirme ve Planlama

Hafatlık gözden geçirme, hiçbir şekilde atlamamanız gereken bir planlama dönemi.  GTD’yi tümüyle uygula(ya)masınız bile, haftalık planlamaya mutlaka zaman ayırın.  Bence bu, edinebileceğiniz en iyi alışkanlıklardan biri.

Haftalık gözden geçirmenizde, GTD sisteminizin bakımını yapacaksınız ve sistemi çalışır kılacaksınız.  Bu, toplu bir gözden geçirme, ve daha önce gördüğümüz her adımı içerecek:

  • Birikmiş kağıtlarınızı, takvim notlarınızı Gelen Evrak’a atın;
  • Kafanızdaki – henüz sisteme işlenmemiş – işleri yazın, Gelen Evrak’a atın.
  • Gelen Evrak kutularınızda ne var ne yoksa hepsini – daha önce tarif edildiği gibi – işleyin.
  • Takvimizini ve/veya 43 dosya sistemi kurduysanız ilgili dosyaları gözden geçirin.
  • Proje listenizin üzerinden geçin, her proje için yeterli aksiyona dönüşmeye hazır görev olduğundan emin olun.
  • Sıradaki işler listelerinizi, başkalarına delege edip cevap beklediğiniz işler listenizi gözden geçirin, tamamlanmış veya artık geçersiz olanları çıkartın, gerekli diğer değişiklikleri yapın.
  • Belki Bir Gün listesini gözden geçirin, belki bazı şeylerin artık zamanı gelmiştir.
  • Projeler veya yapılacak işler için ayrı belge/bilgi dosyaları açtıysanız, bunları gözden geçirin.

Artık, her şeyin kontrol altında olduğu hissiyle haftaya başlamaya hazırsınız.

Haftalık gözden geçirme için en iyi zaman, Pazar akşamı.  Gözden geçirmeyi hafife almayın, en az 30 dakika zaman ayırın.  Bu zaman yatırımının karşılığını fazlasıyla alacaksınız.

Son Söz

GTD’yi hakkıyla uygularsanız, kısa sürede bir yaşam tarzına dönüştüğünü göreceksiniz.  Bay Allen’ın su sızdırmaz tasarımını birebir uygulamak zorunda değilsiniz, ama ayrıştığınız noktaların getirisi ve götürüsünü anladığınızdan emin olun.  Sistemin fark yaratan özelliği, su sızdırmazlığı.  Her şeyi kapsadığına güvenmediğiniz bir sistemin size katkısı sınırlı olacaktır.

Başta Allen’ın kendi kitabı olmak üzere internet’te GTD’ye ilişkin çok sayıda makale, yöntem, araç bulmak mümkün.   Türkçe materyal sınırlı sanıyorum; beni bu yazı dizisini yazmaya motive eden de bu saptama oldu.  Bildiğiniz başka kaynaklar varsa, yorumlara ekleyerek paylaşmanızı rica ederim.

Her şeyin kontrol altında olduğunu bilmenin dinginliğini yaşadığınız günler dileğiyle.

Bu dizide daha önce yer alan yazılar:

GTD Zaman Yönetim Kılavuzu – 3: Sadece Yapılacak İşlerinizi Değil, Tüm Belgelerinizi Organize Edin

GTD Zaman Yönetim Kılavuzu – 2: Bazı Hatırlatmalar ve Eksik Kalan Bileşenler

GTD Zaman Yönetim Kılavuzu – 1: Ceplerinizi, Çalışma Masanızı, Beyninizi Boşaltın

GTD Zaman Yönetim Sistemi: Her Şeyi Hatırlayın, Tüm Hedeflerinizi Gerçekleştirin