Rehine Pazarlıklarından Dersler

FBI’ın rehine pazarlıkları için geliştirdiği bir pazarlık modeli varmış. Rehine pazarlıkları, pazarlıkların kuşkusuz en zor, en riskli olanları. Filmlerde heyecanla izlediğimiz, gerilimin zirvesindeki bu ortamlarda iş gören bir model varsa, iş ve özel hayatımızı dolduran irili ufaklı pazarlıklara da faydası olacaktır mutlaka.

FBI’ın izlediği modelin adımları basit bir mantık izliyor:

  • Karşı tarafının davranışının değişmesini bekliyorsak, onları etkileyebilmeliyiz.
  • Etkilemenin yolu, güven kazanmaktan geçiyor.
  • Güven kazanacaksak, onları anladığımızı hissetmeliler.
  • Demek ki, davranışlarını, duruşlarını tasvip etmesek de empati kurabilmeliyiz.
  • Ve onları anlayabilmek, empati kurabilmek için de, önyargılarımızı bir tarafa bırakıp gerçekten dinlemeliyiz.

Mantık silsilesi buysa, listeyi sondan başa doğru uygulayacağız.

Rehine pazarlığını bilmem – Allah da bildirmesin 🙂 – ama her türlü pazarlıkta taraflar için kabul edilebilir sonuçların elde edilebilmesi için karşılıklı güvene ihtiyaç olduğu muhakkak. Önceden oluşmuş bir ilişki yoksa, pazarlık ortamının gerdiği sinirlerle güven ortamını oluşturmak çok kolay olmasa da, anahtar karşı tarafı dinlemekte saklı. Dinler gibi yapıp, kendi cevabını hazırlamaya çalışmak değil, gerçekten anlayabilmek için dinlemek. Karşı tarafı anlamak, güveni oluşturmanın yanı sıra, yeni anlaşma zeminlerine kapı da açıyor. Bir bakıyorsunuz, asıl istedikleri nispeten kolay verebileceğiniz bir tavizmiş.

Rehine pazarlık modelini anlatan makalenin linki aşağıda. Yukarıdaki kısa özette yer alan adımları, yapılan tipik hataları anlatıyor.

6 hostage negotiation techniques that will get you what you want

Tarafların her birinin kazanarak ayrıldığı pazarlıklar dilerim.

Aylaklığa Övgü

tembel_hayvan1-300x219

Blog okurlarımın çoğunun – blog yazarınız gibi – haftada kırk saatten fazla çalıştığını tahmin ediyorum. Biz uyanık saatlerimizin çoğunu işte geçirirken, iş imkanı bulamayan milyonlar da zamanlarını çalışmadan geçirmek ve işsizliğin ağır sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyorlar.Bu düzende sizce bir tuhaflık yok mu?

“Aylaklığa Övgü” yazısında, 20. yüzyılın en büyük düşünürlerinden Bertrand Russel bu çelişkiye ve daha adil bir iş dağılımının yararlarına dikkat çekmiş. İşsizlere iş bulmanın, çok çalışanların yükünü azaltmanın getireceği faydalar açık .Benim altını çizmek istediğim husus ise, daha fazla boş zamanın işimize de yararı olabileceği. Sadece kendimizi daha iyi hissederiz, onun için daha verimli çalışırız demek istemiyorum. Boş zamanda yapacağımız aktiviteler – sanat, kitap okuma, yeni insanlarla tanışma – işlerimize değer katacaktır. Ama asıl yarar, beklenmediğimiz yerden, hiçbir şey yapmadığımız anlardan gelebilir.

Gerçekten yaratıcı, sizi günlük çerçevenizin dışına çıkartan fikirler ne zaman aklınıza geliyor? Harıl harıl çalışırken mi, boş boş dolanırken mi? Günlerce çözemediğiniz bir sorunun çözümünü masa başında evraklara boğulmuşken mi buluyorsunuz, yoksa duş yaparken mi?

İK yöneticimizle papaz olmamak için aylaklığa övgümü burada keseyim. 🙂 Bugünün dünyasında çalışma saatlerimizi azaltmak, hele bunu oturmuş kurumlarda yapmak, kağıt üzerinde de pratikte de pek mümkün değil korkarım. Yine de, belki arada bir suçluluk hissetmeden kendimize boş, bomboş zaman ayırmaya daha fazla özen gösterebilir ve aylaklığın nimetlerinden biraz da olsa yararlanabiliriz.

Kaynaklar:

Bertrand Russell: “Çalışmak abartılmış bir erdemdir”

In Praise of Idleness

Doğru İlk İzlenim Bırakmak

Bu seferki konumuz da Harvard Business School profesörü Amy Cuddy’den. Professor Cuddy, 15 yıl boyunca insanların tanıştıkları kişilere ilişkin ilk izlenimleri nasıl edindiğini araştırmış ve iki sorunun ön plana çıktığını saptamış:

  1. Bu insana güvenebilir miyim?
  2. Bu insana saygı duyabilir miyim?

Güven, kişiye duyduğunuz sıcaklıktan doğan bir duygu. Saygı ise, kişinin yetenek/beceri düzeyine ilişkin öngörünüzle ilgili.

İdeali, ilk izlenimde karşı tarafın sizi hem sıcak, hem de yetenekli olarak algılaması. Bu pek şaşırtıcı değil. Peki iki izlenimden sadece birini bırakabilecekseniz, hangisi daha hayırlı?

Bu sorunun cevabı, güven; yani sıcak/yakın bir kişi olarak algılanmanız. Güven varsa, gerisi geliyor. Tek başına yetenek algısıyla bir yere varılmıyor. Evrim bizi böyle programlamış.

Buradan ne anlıyoruz? Önemli olan, tanıştığınız kişiyle sıcak bir ilişki kurmanız. Bunu göz ardı edip, bilginizi göstermeye kalkarsanız, ters tepmesi muhtemel. Müşterinizle tanışma toplantısında, bir etkinlikte birisiyle yeni tanıştığınızda akılda tutmakta fayda var.presence

İki Kelimeyi Değiştirin, Hayatınız Değişsin

İddia benim değil, Stanford Profesör’ü Bernard Roth’un. Profesör Roth, bu aralar çok moda olan Design Thinking yaklaşımının öncülerinden.”The Achievement Habit” diye bir kitabı var.

Dilinizden atacağınız kelimeler “ama” ve “yapmalıyım.”

“Ama” yerine “ve” diyeceğiz, çünkü “ama”, zihinde sunî bir çelişki yaratıyor: “Spor yapmak istiyorum ama vaktim yok.” “Ve” dediğinizde ise, zihniniz cümlenin iki tarafını da nasıl gerçekleştirebilirim diye çalışmaya başlıyor: “Spor yapmak istiyorum ve vaktim yok” dediğinizde, artık bir imkansızlıktan söz etmiyorsunuz; bu ifade biçimi daha fazla vakit bulmaya odaklanmanızı sağlıyor.

İletişimde “ama” kullanılmaması gerektiğini uzun süre önce öğrenmiştim: “Çok iyi iş çıkardın, ama şurası eksik” dediğinizde, cümlenin “ama”dan sonra gelen olumsuz kısmı, olumlu kısmı ezip geçiyor. Demek ki insanın kendisi ile iletişiminde de “ama”yı silmek lazımmış.

“Yapmalıyım” yerine de “yapmak istiyorum” diyecekmişiz. O zaman, istemeye istemeye, dış faktörlerin zoruyla yaptığımız şeylerin aslında kendi isteklerimizden kaynaklandığını göreceğiz. “Egzersiz yapmalıyım” değil de, “Egzersiz yapmak istiyorum.” Böylece, egzersizin size sağlayacağı faydalar zihninizde ön plana çıkacak, motive olacaksınız.

Profesör Roth’un bir bildiği vardır mutlaka, söyledikleri de akla yakın geliyor. Bu tavsiyeleri denemeliyim, ama alışkanlıkları değiştirmek çok zor. 🙂

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 5: Yeni Eklediklerim

Blog yazmaya ilk başladığımda, sıkça kullandığım iOS uygulamaları hakkında birkaç yazı yazmıştım. Bu yazılar, artık üç yılı devirmiş olmalarına rağmen, hâlâ popüler.

iPad’de kalemle yazıp çizmek yazım özellikle çok okunuyor. Bu yazıda aktardığım gibi, bir ara iPad’i defter gibi kullanabilmek için epey uğraştım, ama zaman içinde yeniden fiziksel deftere döndüm. Moleskin’in ceket cebine giren ince defterlerinden taşıyorum, notlarımı buraya alıyorum.

Eski yazılarımda yer alan uygulamaların çoğunu kullanmayı sürdürüyorum. Flipboard tarafından satın alınan Zite gibi az sayıda uygulama ise artık geçerliliğini yitirdi. Aradaki zaman zarfında eklediğim uygulamaların kayda değer olanları şöyle:

Scannerpro: Gazete ve dergi okurken (kağıda basılı olanlardan söz ediyorum) saklamak istediğim yazıları artık kesmek yerine, iPhone veya iPad ile tarıyorum. Bunu cihazının kamerası ile fotoğraf çekerek de yapabilirsiniz, ama Scannerpro gibi tarayıcı uygulamaları özellikle siyah beyaz saklamak istediğiniz dokümanların görüntü kalitesini iyileştiriyor, ayrıca birden fazla sayfayı tek bir pdf olarak saklamak gibi özellikler içeriyor.

ScanBizCards: Fiziksel kartvizitleri saklamaya son! ScanBizCards gibi uygulamalar kartvizitlerin fotoğrafını çektikten sonra karakter tanıma özellikleri sayesinde üzerinde yazılanları anlıyor ve isterseniz doğrudan telefonunuzun rehberine ekliyor.

Box:Dropbox ile benzer işleve sahip bir bulut depolama ve paylaşım uygulaması.Farkı, 50GB’ın ücretsiz olması. J Bu kadar alan ile bilgisayarınızdaki önemli dosyaların tümünü yedekleyebilirsiniz.

Kindle:Amazon’un ünlü e-kitap okuyucusu, bir uygulama olarak mobil cihazlarda da mevcut. Yakın zamana kadar Türkiye Appstore’da yoktu, artık indirebiliyorsunuz. Dev bir kitapçı iPad’inizde.

Flickr:Flickr’ın nispeten yeni çıkarttığı iPhone ve iPad için iki ayrı uygulaması bu fotoğraf paylaşım sitesini kullanmanın en iyi yolu. Flickr instagram kadar popüler değil, ama fotoğraf meraklılarının tercihi. 1TB alan ücretsiz. Onbinlerce resim demek.

Yandex Navi; İstanbul’da yaşıyorsanız, Yandex Navi zaten hayatınızın parçası olmuştur. Fazla söze gerek yok. J

Yandex Maps: Yandex’in bu uygulaması daha az biliniyor sanıyorum. Maps’in beğendiğim özelliği, sokak görüntüleri. Yerinizden kalkmadan herhangi bir sokağa gidip, etrafı neredeyse 360 derece görüntüleyebiliyorsunuz.

Google Maps: Artık iOS üzerinde de mevcut.

Outlook: Microsoft’un iş dünyasında standart olan elektronik posta istemcisi artık iPad ve iPhone’da. Outlook’u, ikisini birlikte bir müddet deneyip karşılaştırmak amacıyla Apple’ın standart mail uygulamasının yanına kurdum. İlk bir saatin sonunda kararımı Outlook lehine vermiştim bile. Outlook elektronik postalarınızı otomatik olarak sınıflandırıyor; başka uygulamalar ile entegrasyonu ve arayüzü de başarılı.

MS Office Powerpoint, Excel, Word: Microsoft belgelerini açabilen pek çok iOS uygulaması var. Apple’ın standart mail uygulaması bile bu formatları açabiliyor. Ama biraz karmaşık bir powerpoint sunumunuz varsa, bu uygulamalar kısa kalıyorlar. Microsoft’un uygulamaları ise Windows’daki tüm işlevselliği sunuyor. Görüntüleme işlevi ücretsiz. Belge işleyebilmek için abone olmak gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta bir iPad Mini edindim. Biraz kullandıktan sonra iPad ile Mini’nin bir karşılaştırmasını yazmayı planlıyorum.

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 4: Yeni Eklediklerim

Beğendiğim iPad Uygulamaları – 3: Kalemle Yazıp Çizmek

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 2: Verimlilik Uygulamaları

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 1: İçerik Derleyiciler ve Dergiler

Başarıya Ulaşmak İçin Bu Basit Soruyu Sorun

Toplantı uzun sürdü, ama buna değdi. Konular tüm açılardan ele alındı. Her şey konuşuldu, herkes görüşünü söyledi. Toplantı bittiğine göre, bir an önce masanıza koşun. Yapacak bir sürü işiniz var, günün yarısı da toplantıda geçti gitti. Artık sizi bekleyen başka konulara, sorunlara dönebilirsiniz. Sahi, toplantıda neler konuşulmuştu? Hatırlayan var mı?

Şirketin değerli insan kaynaklarının zamanını, yapılan analizleri, yaratıcı fikirleri, üretilen çözümleri çöpe atmak istemiyorsanız, toplantıyı bitirmeden kritik soruyu sorun: “Bundan sonraki adım ne?”

Getting Things Done sistemi ile ilgili yazı dizimi okuyanlar “sıradaki görev” (next action) kavramını hatırlayacaklardır. Sonuç istiyorsanız, aksiyon alacaksınız. Alınacak aksiyonu belirlemek için de, “bundan sonraki adım ne?” sorusunu soracaksınız.

Bu sorunun tamamlayıcıları da var: Bundan sonraki adımı tarif eden aksiyon ya da aksiyonlar ne zamana kadar alınmalı? Bunlardan kimler sorumlu? Aksiyon için hedeflenen zaman geldiğinde tamamlanıp tamamlanmadığını nereden bileceğiz? Şimdi kararlaştırdığımız aksiyonlar tamamlanınca ne olacak, ne yapacağız? Toplantıların heba olup gitmemesi için bu soruları sormanız, dokümante etmeniz ve katılımcılara yazılı olarak – belki bir elektronik posta ile – bildirmeniz gerekir.

“Bundan sonraki adım ne?” sorusunu toplantılarla sınırlamayın. Tek başınıza yaptığınız çalışmalardan verim almak için de aksiyonları belirlemeyi, bir takvime bağlamayı ve takip etmeyi alışkanlık edinin. Etkinliğinizin katlandığını göreceksiniz.

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 4: Seyahat Uygulamaları

iPad uygulamaları üzerine son yazımdan bu yana epeyce zaman geçmiş.  Bu arada, hem iPad’ime hem de iPhone’uma çok sayıda yeni uygulama indirdim, bir kısmını beğendim, bir kısmını ise ilk denemeden sonra hiç kullanmadım. Seyahatlerde işe yarar bulduğum bazı uygulamalarla ilgili görüşlerimi aşağıda paylaşıyorum.

TripAdvisor: Oteller, restoranlar, gezilip görülecek yerler hakkında çok sayıda kullanıcı yorumu ve değerlendirmesi bulabileceğiniz bu uygulama, yeni gittiğiniz bir şehirde gerçekten işe yarıyor.  Lokasyon bazlı kullanma imkanı var, yani “yakınımdaki restoranlar” diye bir arama yapabiliyorsunuz.

Kayak: A noktasından B noktasına uçuş seçeneklerinin en düşük maliyetli veya en kısa olanlarını basit bir arama ile bulabildiğiniz harika bir uygulama.  Her seyahatten önce bakıyorum.  Muadilleri var, ama ben Kayak’tan memnunum.

Flightboard: Herhangi bir havalimanındaki gelen/giden uçakların çizelgesini anlık olarak görebiliyorsunuz.  Gerçekten sihir gibi. 🙂

TAV Mobile: TAV havalimanları ile ilgili yararlı bilgiler; gelen/giden uçakların çizelgesi dahil.

TripIt: Bir rezervasyon yaptığınızda, size gelen elektronik postayı TripIt’e gönderiyorsunuz; TripIt bunu seyahat planına dönüştürüyor.  Uygulamada gelecek seyahatlerinize kolayca ulaşabiliyorsunuz; paraya kıyarsanız gittiğiniz şehirle ilgili bilgiler gibi ekstraları da var.  Fikir güzel, ama Türkiye’deki havayollarının rezervasyon postalarını düzgün tanımadı bir türlü.  Farklı tecrübesi olanların görüşünü duymak isterim.

Havayollarının uygulamaları: Hangi havayolu ile uçuyorsanız, check-in ve son uçuş bilgileri için uygulamasını indirmenizde yarar var.

Seyahatler fotografsız olmayacağı için iki de fotograf uygulaması ekleyeyim:

Camera!: Standart iOS uygulamasından daha becerikli; çektiğiniz fotografı otomatik olarak optimize eden ve oldukça iyi çalışan bir özelliği var.

Snapseed: Google’ın satın aldığı bu uygulama ile fotograflarınızı kolayca “edit”leyebilirsiniz.  Kullanımı kolay, sonuçları başarılı.

İyi yolculuklar, yanınıza şarj cihazınızı almayı unutmayın! 🙂

Bu serideki diğer yazılar:

Beğendiğim iPad Uygulamaları – 3: Kalemle Yazıp Çizmek

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 2: Verimlilik Uygulamaları

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 1: İçerik Derleyiciler ve Dergiler

Her İşte Başarının Anahtarı: Liste Yönetimi

Geçtiğimiz hafta bir şirket toplantısında satış ekibimizdeki arkadaşlarıma, satış başarısının en az yarısının basit liste yönetimine bağlı olduğunu anlatırken buldum kendimi.   Satış için ürün bilgisi, insan ilişkileri, sunum becerileri, müzakere teknikleri tabii ki önemli ve kritik.  Ancak istikrarlı satış başarısı için, önce liste yapmak lazım: Satabileceğimiz ürün ve hizmetlerin listesi, hedef müşterilerimizin listesi, hangi müşteriye neyin satılabileceğinin listesi, yapılacak ziyaretlerin listesi, kapanmaya yakın tekliflerin listesi, vb.

Biliyorum, herkes bu çok temel ilkeyi zaten bildiğini ve uyguladığını düşünüyor.  En azından zihnimizde, işlerin, müşterilerin şöyle veya böyle bir listesi var; yoksa ne yapacağımızı bilemiyor olurduk.  Ancak benim kast ettiğim, liste yönetimini daha formel bir süreç olarak algılamak, yazılı olarak, uygun olduğunda bilgisayar destekli araçları kullanarak disiplin içerisinde yapmak, düzenli bir biçimde gözden geçirmek, güncellemek.  Daha ileri aşamada, farklı kişilerin sorumluluğundaki listeleri konsolide etmek, analize tabi tutmak, performans göstergelerine göre ölçmek, geçmiş performans ile karşılaştırmak, analizlerden sonuçlar çıkartıp tedbirler almak.

Satış örneğini verdim, ama liste yönetimi her işin temeli.  Zaman yönetimi, proje yönetimi aslında liste yönetiminin özelleşmiş halleri.

Çevremde bu temel pratiğin ne yazık ki çok eksiğini görüyorum.  Daha çok inşaat ustaları ile bağdaştırdığımız “işleri o an içinden geldiği gibi yönet” kültürü, büyük oranda baskın iş yapma biçimimiz.  Biliyorsunuz, “usta,” zaman çizelgesi yapmaz, gerekebilecek malzemeyi yanında taşımaz, yapılmasını istediğiniz işlerin listesini tutmaz; bu şekilde kaybettiği zaman ve emeği de işin maliyetinin doğal parçası kabul eder.

Bu ustalık belirtileri inşaat işleriyle sınırlı değil tabii.  Şirketimizde, ekibimizde, belki kendimizde, örneklerini gözlemek mümkün.  Bir kısmımız eğitiminde bu kavramlarla fazla tanışmadığı için, bir kısmımız kendisini böyle basit yöntemlere tenezzül etmeyecek kadar akıllı gördüğü için, liste yönetimi, genellikle eksiğimiz olan bir alan.

Prensipte çok basit olan liste yönetimini hangi işte disiplinli bir biçimde uygularsanız, başarı oranınızın o kadar artacağına kesin gözüyle bakıyorum.  Liste yönetimini doğru dürüst yapıp yapmadığınızı, daha disiplinli liste yönetiminin sizi hangi alanlarda başarıya yaklaştıracağını bir düşünmenizi öneririm.  Sonra kalemi kağıdı elinize alın veya size yardımcı olabilecek bilgisayar uygulamalarını bir araştırın.   Kısa sürede sonuç alacağınızdan eminim.

Takviminizdeki En Önemli Randevunuz Kendinizle

Sizin iş gününüz de benimkine benziyorsa, sabah uyanır uyanmaz baktığınız elektronik postalarınızla, yatmadan hemen önce baktığınız elektronik postalar arasında zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsunuz muhtemelen.   Toplantılar, ziyaretler, yapılması gereken işler, gün içindeki beklenmedik gelişmeler, sağdan soldan gelen sorular ve bitmeyen bir elektronik posta yağmuru.  Ne kadar çok iş yapıyorsunuz, ne kadar verimli çalışıyorsunuz, değil mi?

Belki de pek değil.

Günün koşuşturması içerisinde tabii ki işleri tamamlıyorsunuz, görevleri yerine getiriyorsunuz, sorunları çözüyorsunuz.   Ancak günümüzde pek çoğumuz gibi sizin de işiniz bir bilgi işiyse, başarınızın gerçek ölçütü kaç birim iş ürettiğiniz değil, ürettiklerinizle kattığınız değer.   Bazen yaratıcı bir fikir, yenilikçi bir çözüm, yüzlerce adam aylık çalışmadan daha büyük başarı ve sonuç getirebiliyor.

Sıradışı başarılara, dönüşüm yaratacak fikirlere sadece daha çok iş yaparak, daha fazla elektronik posta cevaplayarak ulaşabileceğinizi sanıyorsanız aldanıyorsunuz.  Fark yaratablmek için, düşünmek, düşünmeye zaman ayırmak lazım.  Düşünmek, hedeflerinizi belirlemeniz, plan yapmanız, hadiselere yön verebilmeniz, hepsinden de önemlisi günün koşuşturmasının dışına çıkıp, perspektif kazanmanız için gerekli.

İş temponuz size düşünecek zaman bırakmıyorsa, her hafta takviminizde kendinize ayıracağınız zaman dilimleri bloke edin.  Gün içinde olmuyorsa, akşamları.  Bana sorarsanız, haftada iki defa, iki saatten az olmasın.  Bu saatlerin en verimli zamanınız olduğunu göreceksiniz.

Olumsuzluk Eğilimi ve Baş Etmenin Yolları

Psikologlar, insan beyninin olumsuzluğa eğilimli olduğunu deneysel olarak tespit etmiş durumdalar.  Olumsuzluk eğilimi, olumsuz gelişmeleri ve riskleri, olumlu gelişmelerden  daha fazla fark etmemiz ve bunlara daha fazla değer yüklememiz anlamına geliyor. 

Olumsuzluğa meyletmemiz tabii ki insan neslinin yaşamını sürdürebilmesine hizmet ediyor.   Tehlikeyi fark etmezsen aslana yem olabilirsin.  Çevrendeki güzellikleri, mutluluğunu fark etmesen de yaşam sürer.

Olumsuzluk eğilimi evrimsel açıdan yararlı olabilir, ama iş bireysel yaşamlarımıza geldiğinde durum biraz farklı.   Hayatımızdaki %20 olumsuzluk, %80 güzelliği görmemize ve dünyayı bize zehir etmeye yeterli olabilir.

Aslanların bizi kovalamadığı, ama etrafımızda çok sayıda düşük dozlu stres faktörünün olduğu günümüzde, evrimin geliştirdiği bu mekanizmanın dengesi iyice şaşıyor.   Olumsuzluklara gereğinden fazla odaklanmak, anlık yaşam kalitemizi düşürmenin yanı sıra, riskleri büyüterek fırsatları kaçırmamıza yol açıyor, motivasyonumuzu kırıyor.

Bu döngüden çıkabilmek için basit bir tavsiye var:  Madem ki olumsuz verileri olumlulardan daha kolay fark ettiğimizi biliyoruz, olumluları fark etmek için bilinçli çaba içinde olalım.  Beynimiz çevremizi, ya da geçmişi tararken, olumlu verileri ve anıları aramaya özen gösterelim.

Aslında bu çabanın daha tanıdık bir adı var: Şükretmek.   Tüm dinler şükretmeyi öğretiyor ve şükretmek için ne kadar çok nedenimiz olduğunu bize hatırlatıyor.  Şükretmek, perspektif kazanmamızı ve daha mutlu olmamızı sağlıyor.

Size bir de egzersiz tavsiye edeyim:  Her gün uykuya dalmadan önce, o gün olan üç olumlu gelişmeyi hatırlayın.  En kötü gününüzde bile üç olumlu hadise vardır, merak etmeyin. 🙂

Fark ettiğiniz artıların, eksilerden çok daha fazla olduğu günler dileğiyle!