Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 6: Çıkarttığım Dersler

Mini seyahatnamenin bu son yazısında, izlenimlerimden çıkarttığım dersleri özetlemeye çalışacağım. Hindistan öyle bir yer ki, hayata dair bazı dersler çıkartmak kaçınılmaz, ancak ben yazımı meslekî zeminle sınırlı tutacağım.

Hindistan örneği Türk Bilişim Sektörü için ne demek?

Hindistan, nüfus ve diğer doğal avantajlarından dolayı hizmet pazarında doğrudan rekabet edilemeyecek, benzeri oluşturulamayacak bir güç. Ülke olarak attığımız adımlarda böyle bir gücün varlığını ve üstünlüklerini iyi anlamamız ve kendi stratejimizi Hindistan gerçeğini dikkate alarak yapmamız, kendimizi pazarın hâkim oyuncusuna göre konumlandırmamız lazım.

Hindistan’ın başarı öyküsünden öğrenebileceğimiz çok şey var:

  • Hindistan bir makro strateji ile hareket etmiş. Fark yaratabileceği alanları belirlemiş, endüstrisini buna göre şekillendirmiş. Biz de bir ülke stratejisi yapmalı ve devlet ve sektör oyuncularının eşgüdümüyle bu stratejiyi hayata geçirmeliyiz.
  • Stratejimiz gerçekçi olmalı. Hindistan’ın köşeleri kaptığı bir dünyada biz kendimizi nerede konumlayacağız? Rekabet avantajı elde etmek için coğrafi ve beşeri özelliklerimizi nasıl kullanacağız?
  • Hindistan eğitime çok önem vermiş. Her yıl 4-5 milyon mühendis mezun oluyor. İngilizce bilgisi oldukça yaygın. Eğer milyarlarca dolarlık yazılım ihracatından söz ediyorsak, bilişim sektöründe istihdam edilebilecek mezun sayımızı yüzbinlere çıkartmalı, teknik ve dil becerilerinin seviyesini yükseltmeliyiz. Bu artış hızlı olamayacağı için, sektöre eleman devşirecek programları yaygınlaştırmalı ve desteklemeliyiz.

Hindistan örneği Türk kullanıcıları (müşterileri) için ne demek?

  • Daha açık söylemek gerekirse, Hindistan’da iş yaptırarak maliyetlerini düşürebilirler mi? Kısa cevap, bence kolay değil. Hindistan’da düşük maliyetli kaynak bulmak, muhtemelen belli kalitede hizmet almak da mümkün tabii ki. Ancak bunun bir bedeli var. Kültürü tanımak, uzaktaki bir ekibe iş verebilecek ve alabilecek süreçleri oluşturmak, çalışma düzenini oturtmak kolay işler değil. İhtiyacınız uzun süreli ve yüksek hacimliyse değebilir; ancak bunun uzun soluklu bir yatırım olduğunu, keskin bir öğrenme eğrisi olacağını akılda tutup buna göre planlama yapmak koşuluyla.
  • Uzakta iş yaptırabilmek için arada köprü görevi görecek bir katman gerekli. Türkiye’de kurulması gereken bu katmanda bulunan kişiler hem dil, kültür ve iş “çevirisi” yapacaklar, hem de çalışmayı koordine edecekler.
  • Yukarıda yazdıklarımın hizmet işlerine yönelik olduğunun altını çizeyim. Ürün alırken, ya da bir projeyi uçtan uca tüm sorumluluğu ile ihale ederken, Hintli şirketlerin tekliflerini rakip tekliflerle karşılaştırarak karar vermek yeterli, doğal olarak.

Hindistan örneği Türk Bilişim Şirketleri için ne demek?

  • Öncelikle rekabet demek. Özellikle yurtdışına hizmet satmaya çalışıyorsanız, Hintlileri hesaba katmanız lazım. Ortadoğu’da Hintli şirketler teknik kararları veren alıcıların genellikle Hintli olmasından da yararlanarak pazarı belirliyorlar. İşler daha kurgulanırken Hintli şirketlere göre tasarlanıyor. Bizim Türkiye’de 5 kişiyle yaptığımız bir iş için müşteri bu alışkanlıkla 20 kişilik ekip talep edebiliyor. Birim maliyetlerinizde Hindistan’ı tutturamadığınız, daha kötüsü o kadar büyük ekibi toparlayamadığınız için, işin tamamını daha ucuza yapabilseniz bile kaybediyorsunuz. Rekabet etmenin yolu, niş alanlarda uzmanlıktan ve yüksek müşteri memnuniyeti sağlamaktan geçiyor.
  • Hintli şirketler Türkiye ile yakından ilgileniyor. Rekabeti kendi pazarımızda da hissedeceğiz. Ben Türkiye’de işlerinin çok kolay olmayacağını düşünüyorum. Bizdeki işlerin ölçeği genellikle küçük; maliyetler zaten dibe vurmuş durumda ve Türk kullanıcısının uzaktan hizmet alabilecek teknik olgunluğa gelmesine biraz daha zaman var. Yine de, yakında Hindistan’daki adam gün fiyatları örnek olarak önümüze koyulacak, korkarım.
  • Hintli şirketlerden öğreneceğimiz çok şey var. Biz yazılım ve hizmetleri genellikle zanaatkar usulü yapıyoruz, Hintlilerin başardığı fabrikalaşma aşamasına henüz gelemedik. Projelerimiz ve pazarımızın küçük olması, sürekliliğin ve sektördeki sermayenin sınırlı olması bu eksiklikte önemli etkenler. Yine de, Hintli şirketlerin kararlılıkla üzerinde durduğu süreç yönetimi, kalite kontrol gibi konulara biz de daha fazla öncelik vermeliyiz.
  • Hintli şirketlerle işbirlikleri teorik olarak mümkün: Hintli bir şirketle çözüm ortaklığı yaparsak, bazı işlerimizi orada yaptırabiliriz, belki maliyetleri düşürebiliriz; ek kaynak gerektiğinde erişebileceğimiz geniş bir havuz olur. Müşterilerin hizmet alması ile ilgili uyarılarım burada da geçerli. Bu yola girecekseniz, çalışacağınız firmayı iyi seçin ve onunla uzun soluklu bir yolculuğa çıktığınızın, başta ikinizin de epeyce yatırım yapması gerekeceğinin farkında olun. Nasscom’un söylediği kadarıyla, uygun firmayı bulma konusunda uzmanlaşmış danışmanlar varmış, firma seçiminde yararlanılabilir. Çalışmanın bir ara katman gerektireceğini unutmayın, bunu ilk baştan tesis edin ve maliyetine katlanın.

Bireylere yönelik bir notla bitireyim: Küreselleşmeyle bireysel düzeyde de rekabet sürekli artıyor. Her bireyin kendisini geliştirmesi, küresel anlamda rekabetçi bir konuma getirmesi gerek. Hindistan’dan çok etkilenmeme ve sevmeme rağmen, şu notu da düşmeden geçemeyeceğim: Ülkemizin kıymetini bilelim…

Bonus olarak, geziden birkaç resim ekliyorum. 🙂

20160312_05341

20160312_0528520160312_05249

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Bir haftalık bir gezide Hindistan’ın dev Bilişim Sektörünü tümüyle tanıdım demek tabii ki mümkün değil. Yine de, epeyce temas yaptık ve ana temaları anladık diye düşünüyorum. Hindistan’ın TÜBİSAD’ı Nasscom, iki uluslararası üretici şirket, biri uluslararası biri Hintli iki entegratör/hizmet şirketi, bir de büyük müşteri. Sağ olsunlar, hemen hepsi önceden en az yarım günlük programlar hazırlamıştı. Sunumlar yaptılar, hem kendi şirketleri hem de Bilişim sektörüne ilişkin her sorumuzu cevapladılar. Toplantılar dışında şirket yöneticileriyle yaptığımız sohbetlerde de çok şey öğrendik.

Eric giriş

Gittiğimiz şirketlerde karşılama hazırlamışlardı. Yere boyanmış pirinç, çiçek veya mermer tozundan şekiller yapıyorlar, yerlere, kapılara çiçekler asıyorlar.

eric foto

Çiçek bile verdiler. 🙂

Hindistan Bilişim Sektörünün yıllık geliri 148 Milyar ABD Doları. Karşılaştırmak için, 2014 Türkiye pazarı 20 milyar TL. Asıl çarpıcı fark, Hindistan’ın 148 milyar Dolarının 99’unun ihracat geliri olmasında. Sektörün yıllık büyümesi %10-12 civarında ve istihdamı 3,5 milyon kişi.

Hintliler bu etkileyici büyüklüklere nasıl ulaşmışlar? Ülkenin büyüklüğü ve genç nüfusu bir faktör. Bu nüfusun en azından bir kesimini iyi eğitmişler. Yılda 4-5 milyon mühendis mezun oluyor. İngiliz sömürge geçmişinin de etkisiyle, bu kesimde İngilizce bilgisi de yaygın. Bir parantez açayım: İngilizce bilgisi toplumun genelinde sandığım kadar yaygın değil. Sokaktaki modern giyimli gençlerin dahi pek dil bildiği yok. Ziyaret ettiğimiz şirketlerde, epey aksanlı olsa da İngilizceyi çok akıcı konuşan bir kesimin yanında, zorlananlar da vardı.

Bilişim sektörünün gelişmesinde Amerika’daki Hint diasporası önemli bir rol oynamış. Ucuz ve bol iş gücünden yararlanarak, önce sıradan işleri, sonra gittikçe daha sofistike hizmetleri anavatanlarındaki oluşumlardan almaya başlamışlar, şirketleşme ve organizasyon süreçlerinde en iyi uygulamaları ülkelerine getirmişler. Aslında büyük bir engel olması gereken mesafe ve saat farkı, gelişen iletişim imkanları sayesinde bir avantaj olarak pazarlanmış: Hindistan, Amerika uyurken çalışıyor; böylece 24 saat dönen bir çark kurulmuş oluyor.

Hindistan Bilişim sektörünün tarihinde Nasscom önemli bir rol oynamış ve sektörü ilgilendiren uluslararası ilişkiler, insan kaynakları, devlet politikaları gibi konularda Hintli şirketleri bir araya getiren güçlü bir platform olmuş. Açıkçası, Delhi’de ziyaret ettiğimiz merkezleri ve bizimle görüşen yetkililer daha çok kıyıda köşede kalmış bir kamu kuruluşunu hatırlatıyordu; derneğin üstlendiği görevlerin önemini pek yansıtmıyordu. Gözlerim TÜBİSAD’ı aradı, diyebilirim. 🙂

Hindistan Bilişim Sektörü ülkenin dört bir yanına yayılmış durumda. Bangalor, bilişimin başkenti. Adını bildiğimiz büyük teknoloji şirketlerinin çoğunun burada kampüsleri var. Infosys ve Wipro başta olmak üzere Hint şirketlerinin merkezleri, merkezleri yoksa bile büyük operasyonları Bangalor’da. Bangalor, Delhi, Mumbai gibi büyük şehirlerin yanında, Haydarabad, Pune, Chennai, Jaipur gibi şehirlerde de büyük şirketlerin ofisleri ve daha küçük şirketler yer alıyor.

Hindistan bilişim sektörünün çarpıcı bir yönü  büyüme hızı. Sektörün varlığını ve gücünü 90’lı yıllardan beri biliyordum, ancak son on yılda müthiş bir büyüme olmuş. Gittiğimiz her şirket, on yıl önce birkaç yüz ya da birkaç bin kişiydik, şimdi yüzbinleri bulduk dedi. Yanlış okumadınız; büyük şirketlerin ölçeği yüzbinler seviyesinde. Bir düşünün: Yüz bin, kimi şirkette 300 bin çalışan. Bu şirketler nasıl organize olur, elemanlarını nasıl eğitirler? Bir de bu büyümenin sadece on yılda gerçekleştiğini düşünün. On yılda yüz bin kişi nasıl işe alınır ve verimli hale getirilir?

Sayılar böyle olunca, şirketler hizmet fabrikaları olarak organize edilmiş. Süreç yönetimi, kalite kontrol birimleri gibi tedbirlerle desteklenmiş mekanizmalar kurmuşlar, kendi araçlarını geliştirmişler. Yani Hintli şirketler düşük maliyetli elemandan ibaret değil. Yazılım/hizmet işini fabrika usulü yapmak konusunda ciddi bir bilgi birikimleri var. Batı kökenli şirketlerin bu açıdan daha ileride olduklarını gördük, en azından sunumlarından o sonuç çıkıyordu. Hintli şirketler jargon ve sofistikasyon açısından biraz daha mütavazı, görebildiğim kadarıyla.

Görüştüğümüz şirketlerin hepsi, insan kaynakları süreçlerine büyük önem veriyor. İşe alma, işe alınan çalışanı “fabrikanın üretim hatlarında” verimli hale getirme ön planda. Uluslararası bir şirketin yöneticisi, başvuruların %1,5’ini kabul ettiklerini söyledi. Her ay yüzlerce kişi işe alınıyor ve bu başvuruların sadece %1,5’i!

Çalışanların ortamları, maaşları diğer sektörlere göre epey daha iyi, onlar da şirketlerini sahipleniyorlar. Bu sahiplenme üst yönetimde had safhada. Satış tabii ki her üst düzey yöneticinin asli görevi; ama Hintli yöneticilerdeki satış azmi ve çabası gerçekten sıradışı.

Hintliler uzaktan hizmet vermeye en basit işler, örneğin çağrı merkezi hizmetleri ve program parçacıkları ile başlamışlar. Yetkinlikleri arttıkça, alınan işlerin karmaşıklığı ve katma değeri de artmış. Bugün birkaç temel iş yapma biçimi var:

  • Uluslararası şirketler kendi ihtiyaçları için ekipler kuruyorlar. Intel, Ericsson gibi şirketler, bazı ürün geliştirmelerini Hindistan’da yapıyor. Sadece üreticiler değil, büyük kullanıcılar da kendi ekiplerini oluşturabiliyor.
  • Wipro, Tata, Techmahindra gibi Hintli şirketler veya Accenture, IBM gibi uluslararası şirketler, Hindistan’daki ekipleri ile dünyanın her yerindeki müşterilere hizmet veriyorlar, proje yapıyorlar. Sunulan hizmetler arasında yazılım geliştirmenin yanı sıra, destek, uzaktan işletim de var.
  • Hintli şirketler, geliştirdikleri bazı yazılımları ürünleştirmeyi başarmışlar ve bunları hazır çözümleri olarak pazarlıyorlar.

Zaman içinde hizmetlerin iş modelleri olgunlaşmış. Müşterilerle adam gün bazlı, kapasite bazlı başlayan ilişkiler artık şirketlerin bazı riskleri üstlendiği ve yaratılan katma değerden pay aldığı iş ortaklığı modellerine doğru evriliyor.

Görüştüklerimiz şirketlerin tümü belli bir ölçeğin üzerindeydi. Ellerindeki kontratlar da büyük. 30M USD üzerine büyük proje diyorlar, 10-20 milyonlar orta boy oluyor. Hizmet işinde bunlar büyük paralar. (Günün birinde Türkiye’de de böyle kontratları görürüz, inşallah. 🙂 ) Müşteriler için ayırılan kadrolar yüzlerce kişiden oluşuyor. Müşterilerin çoğu Amerika’dan; sonra Avrupa ve Avusturalya geliyor.

Hint bilişim endüstrisini dünya için cazip bir sağlayıcı kılan faktörlerin en önemlisi nedir diye sorarsanız, benim cevabım “ölçek” olur. Daha düşük maliyet, hizmet sağlamadaki olgunluk düzeyleri gibi etkenler var mutlaka; ancak uzaktan iş yapmanın maliyeti ve zorluğu da çok. Üstelik fabrika düzenini oluşturmanın ek maliyetleri var; bu kadar çok elemanın hepsinin yüksek seviyede verimli olacağını beklemek de pek gerçekçi olmaz. Ancak ihtiyacınız olan “ölçek” ise, Hindistan’ın alternatifi yok. Bir Amerikan şirketine yazılım işleri için iki bin kişi gerektiğinde, bu ekibi Amerika’nın çok rekabetçi piyasasından kolay kolay toplayamaz. Avrupa’nın yazılımda iyi olan çevre ülkeleri ise alternatiif olamayacak kadar küçük; herkesi yazılımcı yapsalar Hindistan’daki sayılara ulaşılmaz. Bu yüzden Hindistan hizmet işinde rakipsiz.

Demografik olarak, Hintlilerin dünyanın hizmet merkezi konumuna göz dikebilecek tek ülke Çin. Ancak Çinliler hizmet sağlayıcılıktan ziyade ürün markaları yaratma peşinde. İki ülkeyi gezdiğinizde, bu yönelimlerin kültürel temeli olduğunu anlıyorsunuz. Çinlilerin disiplini yüksek, ancak Hintliler hizmet işine yatkın, ilişkileri daha sıcak. İngilizce hakimiyetleri de önemli bir faktör mutlaka.

Bir sonraki yazıda, bu temaslardan çıkarttığım dersleri özetlemeye çalışacağım.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

İlk yazımda belirttiğim gibi, Hindistan’da dört şehre gittik. Bu yazıda, şehirlerden ve farklılıklarından söz edeceğim.

Delhi, Hindistan’ın başkenti. Coğrafya dersinde Yeni Delhi diye öğrenmiştik, oraya gidince gördük ki aslında Yeni Delhi ve Eski Delhi diye iki parçalı bir şehir. 17 milyon, yani kabaca İstanbul kadar nüfusu var. Şehrin tarihi eski ve Müslüman/Orta Asya/Türk etkileri fazla. Özellikle, Türk/Moğol Babür İmparatorluğu çok iz bırakmış. Yeni Delhi ise İngiliz sömürgeci dönemde başkent olarak yapılmış. İngiliz zamanından kalma, Viktorya tarzı büyük hükümet binaları, anıtlar, geniş caddeler, parklar, güzel konsolosluk binaları. İnsan kendini Ankara’da sanıyor. 🙂 Eski Delhi, başka bir zaman döneminde yaşıyor. Daha önceki yazılarımda tarif etmeye çalıştığım keşmekeş burada çok belirgin. Sokak yaşamını ve fakirliği en yakından burada gördük diyebilirim.

 

20160312_05318

Eski Delhi

Bangalor kadar olmasa da, Delhi de bilişim sektöründen nasibini almış. Delhi’nin bir banliyösü gibi konumlanmış Gurgaon şehrinde uluslararası ve Hintli şirketlerin yer aldığı büyük ve modern iş merkezleri var. Delhi’nin merkezinden 30km kadar uzaklıktaki Gurgaon’a ulaşmak, yoğun trafikten dolayı 1,5 saat kadar sürüyor.

Agra, Delhi’ye üç saat kadar mesafede, çok daha küçük, neredeyse kasaba havasında bir şehir. Nüfusu 1,3 milyonmuş. Bugün pek mamur bir şehir olduğu söylenemez, ama çok ihtişamlı bir geçmişe sahip. Babür imparatorluğunun başkenti olduğu için önemli eski eserler var. Bunların en bilineni Taj Mahal gerçekten görülmeye değer. O kadar çok resmini görmüştüm ki, Taj Mahal’in bende pek etki yapacağını sanmıyordum, ama öyle olmadı. Gerçekten çok iyi tasarlanmış, çok ince işçilikle bezenmiş, çok zarif, çok özel bir bina. Her gün görseniz, yine aynı şekilde etkilenirsiniz eminim. Taj Mahal’in, Şah Cihan ve sevgili karısı Mümtaz’ın hikâyesini bilmiyorsanız, bulup okumanızı tavsiye ederim.

FullSizeRender-3

Efsanevi Taj Mahal

Bugünkü Agra’ya dönecek olursak, Taj Mahal’e öyle bir yoldan gidiyorsunuz ki, bunun sonunda mücevher gibi bir eser göreceğinizi tahmin etmek zor. Taj Mahal’in yakınında oteller var. Bir kısmı süper lüks, bizde “yedi yıldızlı” denilen türden. Diğerlerinde, klimalı çift kişilik odanın gecesinin 30TL olduğunu duyuran ilanlar var. Hindistan’daki kontrastlara bir örnek daha: Taj Mahal’in girişinin hemen yanında bir cüzzam kolonisi bulunuyor. Bu feci hastalığın dünyada en yaygın olduğu ülke Hindistan.

Bangalor, ya da Hintlilerin dediği gibi “Bangaluru”, Hindistan’ın Silikon Vadisi. On yıl kadar önce  bir küsur milyon nüfusu olan, bir emeklilik mekanı olarak konumlanan bir şehirken, yazılım endüstrisinin gelişmesiyle 8,5 miyon nüfusa ulaşmış. Bu büyüme yakın zamanda ve modern iş kollarında çalışan orta sınıf ağırlıklı gerçekleştiği için, görünümü diğer şehirlerden daha derli toplu. Her yerini dolaşmadık tabii ki, ama diğer şehirlerdeki sefalet manzaralarını Bangalor’da pek görmedik. Şehrin merkezinin hemen dışında, Hintli ve uluslararası yazılım firmalarının büyük kampüsleri, merkezleri var. Buralarda on binlerce yazılımcı, çağrı merkezi elemanı çalışıyor. Bangalor, Hindistan’ın modern yüzünü yansıtıyor.

Bangalor’da Hindu tapınaklarını yakından görme fırsatı bulduk. Şehrin en büyük tapınağı Iskcon, yirmi yıl kadar önce yapılmış. İçinde dev bir sunak ve putlar var. Altın rengindeki bu sunağa yakından bakınca, plastikten yapıldığını görüyorsunuz. Putlar da vitrin mankenleri gibi. Din anlayışlarını kavrayabilmek bizler için gerçekten zor.

Delhi Hindistan’ın Ankara’sıysa, Mumbai, ya da eski söyleyişiyle Bombay da İstanbul’u. 20 milyonluk nüfusuyla, finans, ticaret ve eğlence dünyasının kalbi, Bollywood’un merkezi. Canlı, dinamik bir sahil şehri. İstanbul’dan kalabalık bu nüfus, İstanbul’dan çok daha küçük bir yarımadaya sıkışmış. İngilizlerden kalma öyle muhteşem binalar var ki, bu kadar ihtişamlısını İngiltere’de zor bulursunuz. 🙂 İzmir’in Kordon’una benzeyen bir sahil şeridi var. Özellikle kıyı şeridinde yer alan güzel evler, yüksek binalar, lüks otelleri ile zenginlik bu şehirde belirgin. Dünyanın en pahalı evi olduğu iddia edilen bir ev gösterdiler. İçinde dört kişilik Ambani ailesinin – ve herhalde yüzlerce hizmetlinin – yaşadığı yirmi katlı bu eve kırk milyar dolar değer biçildiği söylendi. Diğer yandan, dünyanın en büyük gecekondu mahallesi de Mumbai’de. Daha iyi bir karşılık bulamadığım için, “gecekondu mahallesi” tabirini, “slum” karşılığı olarak kullandım; ama bizim gecekondu mahalleleri bu slum’lar yanında düzenli orta sınıf semtleri. Mumbai’de deniz üzerinde bir kayalığa kurulmuş ve uzaktan çok hoş görünen küçük bir camii var. Adı Hacı Ali olan bu camii ve çevresi, bence Mumbai’nin güzellik ve çirkinlik kontrastını iyi yansıtıyor. Camiye deniz üzerinde herhalde bir kilometre kadar uzunlukta bir patikadan gidiliyor. Bu patikanın bir yanında pazarcılar, diğer yanında ise insanın yüreğini dağlayan hallerde dilenciler var. Deniz çekildiğinde, patikanın iki yanı kötü kokulu bir balçık; karaya doğru baktığınızda, yüksek, modern binalar.

20160319_05659

Hindistan’ın hafif gerçeküstü/başka bir zamana ait haline son bir örnek vereyim: İran’dan yüzlerce yıl önce göç etmiş Zerdüşt’ler, daha çok Mumbai civarında yaşıyor ve Parsi diye anılıyorlar. Oldukça varlıklı olan Parsiler (örneğin Tata ailesi Parsi) Zerdüştlüğü hala yaşatıyorlar. Parsiler öldüklerinde gömülmüyor, yakılmıyor. Cenaze bir nevi şurupla kaplanıp açığa bırakılıyor ve kuşlara yem olması, böylece tabiata dönmesi bekleniyor. Mumbai’dek ev sahibimiz, cenazelerin bırakıldığı alanın yakınındaki bir parkta yürüyüşe götürdü. Söylediğine göre cenaze günlerinde her taraf kuş dolu oluyormuş.

Yazı daha fazla Evliya Çelebi tefrikasına dönüşmeden burada bitiriyorum. Bir sonraki yazıda artık amatör gezgin kimliğini bırakıp, bilişim dünyasına döneceğim.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan’da geçirdiğim kısa zamanda ve Hintlilerle daha önceki temaslarımda edindiğim birkaç izlenimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle, her ülkede olduğu gibi, sosyal katmanlar arasında ciddi farklar olduğunu söyleyeyim. Hindistan’da binyıllardır süren kast sistemi sosyal katmanları katı bir biçimde birbirinden ayırmış olduğu ve en alt ve en üst arasındaki mesafe ekonomik ve sosyal açıdan çok büyük olduğu için, farklılıklar daha da abartılı. Bilişim şirketindeki üst düzey yönetici, bir dünya vatandaşı. En alt katmanın ise üzerinde yaşadığı kaldırım parçasından öte bir dünya görgüsü, bilgisi, eğitimi yok ne yazık ki.

Dinleri, Hintlilerin kimliğini derinden etkiliyor. Nüfusun %80’i Hindu, %15’i Müslüman. Aklınıza gelebilecek her türlü diğer din de daha düşük oranlarda mevcut. Bu yüzdeleri, nüfusun 1,3 milyar olduğunu aklınıza getirerek okuyun. %15 Müslüman, yaklaşık 200 milyon insan demek. Dünyanın en büyük üç Müslüman nüfusundan biri. %2.3 Hıristiyan nüfus, 30 milyon kişiye yakın.

IMG_2945.JPG

Hinduism, dünyanın belki en eski yaşayan dini. Bu kadar eski olmasından herhalde, içinde büyük çeşitlilik barındırıyor. Bana dinden çok mitolojiyi hatırlatıyor açıkçası. İnsan-hayvan karışımı tanrılar, putlara adaklar adanan avlulu tapınaklar. Hinduism, kaderciliği ve tevekkülü teşvik ediyor: Eğer en alt kasta aitsen ve sefalet içerisindeysen, önceki hayatında yaptıklarından dolayı bunu hak ettiğin içindir. Şimdiki hayatında iyi ol ki, bari bir sonraki hayatta kendini daha iyi bir yerde bul. Bu inanca sahipseniz, kast sistemini, fakirliğinizi, başkalarının daha iyi imkanlara sahip olmasını nasıl doğal karşılayacağınızı ve isyankar olmayacağınızı görmek kolay. Belki de bu yüzden, insanlar kaosa, sefalete yüzlerinde huzurlu ifadelerle katlanabiliyor.

FullSizeRender.jpg

Hindistan, bir arada yaşama meselesini çözmüş görünüyor. Farklı dinlerden, farklı sosyal durumlardan, muhtemelen farklı dillerden insanlar, aralarındaki fiziksel mesafe neredeyse sıfırken, denizdeki balıklar gibi bir arada yaşıyorlar. Tabii ki her şey toz pembe değil: Hindular, Müslümanlar, Sihler arasında geçmişte büyük çatışmalar yaşanmış, Pakistan-Hindistan kopuşuna kadar gitmiş. Ama koşullar göz önüne alındığında, farklılıkların bir arada yaşamasına iyi bir örnek.

FullSizeRender

Hintliler demokrasileriyle gurur duyuyor. Politik arenada da geçmişte çok şey yaşanmış: yolsuzluklar, otoriterlik, kayırmalar. Artık demokrasinin iyice yerleştiğini, artık buradan geri gidilmeyeceğini söylüyorlar. Ve Hintliler geleceğe umutla bakıyor. Belki mevcut yaşam koşulları dibe pek de uzak olmadığından, tek yön yukarı diye düşünüyorlar. Bu da, geçmişin daha güzel olduğu hissiyle yaşayan batılılardan çok farklı bir ruh hali.

 

Tabii küreselleşme ve ekonomik gelişim, bu geleneksel değerleri, kimlikleri dönüştürüyor. Aşağıdaki Economist makalesi, yeni kuşağın farklı bir değer kümesine sahip olduğundan söz ediyor.

We’re not gonna take it

Günlük hayata ilişkin iki gözlemle bu yazıyı bitiriyorum: Hindistan’da insanı hemen etkileyen unsurlardan biri renk. Doğa canlı, ama asıl insanlar renkli. Kadınlar sari denilen rengarek geleneksel kıyafetler içerisinde. Alınlarda renkli noktalar, kaldırımlarda çiçek satıcıları.

FullSizeRender-1

Hint yemekleri, eğer baharat severseniz, müthiş. Hindular arasında vejetaryenlik yaygın ve sebze yemekleri çok çeşitli. Bizim ev yemeklerimiz de sebze temelli, sulu yemekler olduğu için, çok yabancı değil, bana sorarsanız. Tabii baharatlar ve lezzetler farklı. Avrupa ve Hint mutfakları arasında bir çizgi çizerseniz, biz ortasında duruyoruz derim. Et seviyorsanız, merak etmeyin. Güzel kebaplar da var. Ama kırmızı et olarak danayı unutacaksanız, linç edilmek istemiyorsanız. 🙂 Bir de leziz ekmekler: Pide/bazlama arası; fırından sıcak servis ediliyor.

Bir sonraki yazımda, gittiğimiz şehirlerden söz edeceğim.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan çok büyük, çok kalabalık, çeşitliliği çok yüksek. Yaklaşık 1,3 milyar insan, yani Türkiye’nin 15 katı bir nüfus, Türkiye’nin dört katı büyüklükte bir arazide yaşıyor. Bu nüfus yoğunluğu, Hindistan’daki yaşama ve bir yabancı olarak gördüklerinize damgasını vuruyor; özellikle de şehirlerde.

Ülke bu kadar büyük olunca, tek bir karakteristikten söz etmek mümkün değil. Hindistan genel olarak sıcak (yarı tropik/tropik) iklime sahip. Kuzeydeki Himalayaların geçit vermediği rüzgarlar, yaz aylarında muson yağmurlarını getiriyor. Yıl boyunca yağan yağmurun büyük çoğunluğu, bu dönemde düşüyor. Kuzeydeki Delhi’nin iklimi daha kuru, kışlar daha soğuk. Mumbai deniz kıyısında, sıcak ve nemli. Bangalore ise epeyce güneyde; iyice sıcak. Her üç şehir de Mart ayında bile İstanbul’un Ağustos’unu aratmıyordu. Haziran’a kadar sıcaklar iyice artıyor, Haziran’da da yağmurlar başlıyormuş.

Hindistan’ı çarpıcı kılan insanları. İstanbul’da Sultanhamam/Eminönü bayram öncesi nasıl kalabalıktır, bilenleriniz vardır. Şehirlerin lüks mahallelerinin dışına çıktığınızda durum bu. Gelişmekte olan ülkelerde zengin/fakir arasındaki farkın büyük ve insanın vicdanını sızlatacak ölçüde olması, kapitalizmin gerçeği. Bu uçurumun ne kadar açılabileceğini görmek için, Hindistan’a gelmeniz lazım. Bir tarafta zenginlik, lüks evler, oteller, arabalar. Diğer tarafta derinliği tarif edilemeyecek bir fakirlik. Çok sayıda insanın belli ki sahip olduğu tek şey üzerindeki kıyafetler ve belki kırık dökük birkaç eşya. Kaldırımda yaşanan hayatlar. Sefalet diz boyu. Toz toprak içerisinde yerlerde yatanlar, dilenciler, sağa sola koşturan kalabalıklar.

Trafik tek kelimeyle felaket. Her İstanbul’luyu birkaç gün Hindistan’ın büyük şehirlerinden birinde yaşatmak gerek. Bakalım ondan sonra İstanbul trafiğinden şikayet ediyor mu? 🙂 Kalabalık saatlerde kaplumbağa hızıyla ilerliyoruz; ama trafiğin asıl dikkat çeken yanı, keşmekeşliği ve kuralsızlığı. Her tür araç bir arada: Kamyon, Otobüs, Otomobil, TukTuk denilen triportörler, çok sayıda motosiklet, bisiklet, yaya, bazen at arabası, bazen de inekler. Şerit, sinyal gibi detaylarla uğraşmıyorlar; ışıklarda da ancak zorunlu olduğunda duruyorlar. Otoyolda U dönüşü yapıp ters yöne devam edenler gördüm, yoğun trafikte dört şeritli yolda üçüncü şeritten ters yöne giden arabalar da. Yolda ufak bir boşluk açıldığında, herkes aynı anda oraya dalıyor. Kimi zaman farklı yönlerden gelen belki on aracın, içinden çıkılmaz bir düğüm oluşturduğunu görüyorsunuz. Nasıl oluyorsa, o düğümler açılıyor, araçlar arasındaki mesafe milimlere düşmesine rağmen kimse kimseye çarpmıyor. Tabii eller sürekli kornada.

Dönüş yolculuğu için sabah 04:30’da otelden çıktık. O saatte trafik rahat. Yol kenarında yüzlerce, binlerce insan yürüyor, herhalde işlerine gidiyor. Maç girişlerinde ya da gösterilerde göreceğiniz bir kalabalık. Aşağıdaki makalede, orta sınıf bir Hintlinin işe gitmek için çektiklerini okuyabilirsiniz.

Commuters’ tales: No room to sit – even in the toilet

Tüm bu keşmekeş içerisinde, insanlarında sezdiğiniz bir sıcaklık, mülayimlik var. Kalabalık ve kaosa rağmen kendinizi tehdit altında hissetmiyorsunuz. Bir sonraki yazıda, Hintlilerden biraz daha detaylı söz edeceğim.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

 

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Ümit Atalay ile birlikte, Hindistan’daki çeşitli bilgi teknolojisi şirketlerini ziyaret ettiğimiz bir haftalık bir gezi yaptık. Bir hafta içerisinde dört şehir gezdik, dört teknoloji şirketi, Hindistan’ın Bilişim Sanayii Derneği olan Nasscom ve bir uluslararası bankanın Hindistan Operasyonlarından sorumlu başkanı ile toplantılar yaptık.

Gezimiz, Delhi’de başladı, Mumbai’de bitti. Türk Hava Yollarının her iki şehre de direkt uçuşları var. Delhi yakınlarında Agra’ya arabayla gittik ve Taj Mahal’i gördük. Delhi ve Bangalore’da teknoloji şirketleri ve Nasscom ile görüştük, Mumbai’de de bankacıyla.

Hindistan’ın yabancı haber kanallarında dönen bir reklamı var: “Incredible India” – İnanılmaz Hindistan. Hindistan, reklamın hakkını veriyor. Daha kırsalını, doğasını görmeden, şehirler bile “inanılmaz” dedirtiyor insana.

Art arda birkaç yazıda gördüklerimi, öğrendiklerimi paylaşacağım. Hint yemekleri müthişti, keşke onları da paylaşabilsem. 🙂

Bu giriş yazısını iPhone’la çekilmiş iki (çok) amatör kısa video ile kapatıyorum. Bir sonraki yazıda, genel bilgi ve izlenimlerle devam.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Çin İzlenimleri – 6: Beijing ve Son İzlenimler

Çin’de son durağımız başkent Beijing, ya da eskiden bildiğimiz adıyla Pekin. Beijing de 20 milyon nüfuslu dev bir şehir. Merkezden dışa doğru beş çevre yolu var. Bizi hava kirliliği konusunda uyarmışlardı, ama herhalde mevsim nedeniyle, hava temizdi. Çin’in kuzeyine doğru gittikçe iklim daha ılıman hale geliyor, güneyin nemli, yarı-tropik iklimi yerini Türkiye’yi andıran bir iklime bırakıyor.

Beijing, gördüğümüz dört şehir arasında en Çinlisi. Şehrin merkezinde yer alan imparatorun sarayı Yasak Şehir gerçekten görkemli. Yerleşimi Topkapı Sarayını andırıyor, yapılış yılları da benzer. Yasak Şehrin tasarımında güvenlik birinci öncelikmiş: suikastçılar arkasında saklanmasın diye bitki yok; tünel kazmasınlar diye avlularda sekiz kat yer döşemesi var.

Yasak Şehir

Yasak Şehir

Yasak Şehir, bir-iki katlı binalardan oluşan eski mahalleler ile çevrili. Bina yüksekliklerini sınırlayarak bu bölgeyi korumuşlar. Binaların neredeyse tümü dükkanlara, cafe’lere dönüştürülmüş. Sokaklar kalabalık. Dükkanların bir kısmı modern ve şık tasarımlı.

Gösterilere ve katliamlara sahne olan Tianenmen meydanı Yasak Şehrin yanı başında. Çevresinde Sovyet mimarisinde yapılmış büyük kamu binaları var. Potansiyel göstericileri engellemek için, meydana erişim yolları barikatlarla sınırlanmış. Şoförümüz, yavaş gitme talebimizi, polis tarafından yanlış anlaşılabilir diye red etti.

Çin’e gidince Çin Seddini görmeden olmaz. Yeterince resmini görmüşsünüzdür; gerçekten görmeye değer olduğunu ve basamakları tırmanmak için sağlam kalp ve diz gerektiğini söylemenin dışında bir şey eklemeyeceğim.

Beijing’de bizi May adında, yirmili yaşlarda bir rehber gezdirdi. May, zeki ve sevimli bir kızdı, İngilizcesi de iyiydi. Yeri gelmişken söyleyeyim: Beijing’de rehber ihtiyacınız olursa temas bilgilerini benden alabilirsiniz.

May, üniversitede rehberlik okumuş. Yol boyunca sohbet ettik, bu sayede Çinlileri, özellikle de gençleri, biraz daha yakından tanıma fırsatı bulduk. May, doğduğu şehirden ve ailesinden on saat uzakta. Doğduğu küçük şehirde turist rehberine ihtiyaç olmadığı için başkente gelmiş. Erkek arkadaşı da, yine on saat uzakta bir başka şehirde yaşıyor. Nüfus bu anlamda mobil, iş neredeyse oraya gidiyor.

May’den, Çin’in tek çocuk yasasının düşündüğüm kadar katı olmadığını öğrendim. Birden fazla çocuk için gelir düzeyine göre ceza ödeniyor. Herhalde o kadar yüksek bir ceza değil ki, May’in de, erkek arkadaşının da birer kardeşi varmış. Çin, nüfusu gençleştirmek için yakın zamanda yasayı daha da gevşetti: Eşlerin ikisi de tek çocuksa, iki çocuk yapmaları serbest.

Gençlerin evrensel kaygıları Çin’de de aynı: May, ev sahibi olmanın zorluğundan, hatta imkansızlığından söz ediyor. Ev ve diğer geçim kaygıları evlenme yaşını 30’lara yükseltmiş. Değişik mesleklerin gelir düzeylerini sorduk, epey detaylı bilgi aldık. Anlaşılıyor ki Çin’de ücretler eskisi gibi değil. İş gücü hala Türkiye’den ucuz, ama aradaki fark eskisi gibi üç-beş kat değil, belki %20-30.

May bizi öğlen yemeği için Çinli ailelerin gittiği bir lokantaya götürdü. Pek çok kişiden Çin’de yemekleri yemekte zorlandığını, Çin’deki yemeklerin bizim Çin lokantalarına benzemediğini duymuştum. Biz pek zorluk çekmedik. Gerek bu halk tipi lokantada, gerekse otellerin daha lüks restoranlarında yiyecek yemek bulduk. Otellerde genellikle bir Çin, bir de Avrupa restoranı olduğunu da ekleyeyim ki kimsenin gözü korkmasın.

Bu yazı dizisini, Çin ile ilgili bazı genel izlenimlerle bitirmek istiyorum:

  • Çin, dev ölçeği ve yükselen ekonomisiyle bir süper güç. Kararlılıklarını korurlarsa yakında dünyanın en büyük ekonomisi olacakları ve ABD ile her alanda başa baş rekabet edebilecekleri kesin. Dünya hızla iki kutuplu bir yapıya evrilecek.
  • Çin, devletçi. Devletin varlığı, şirketlerdeki kontrolünden internetteki sansüre, her yerde kendini belli ediyor. Bu bir açıdan avantaj: Son dönemde devlet yöneticileri iyi bir planlama ile büyük kalkınma sağlamışlar. Dezavantajlar ve riskler de sanıyorum aşikar.
  • Çin, en azından büyük şehirleri, küreselleşmiş. Batıdaki bir metropolde ne varsa burada da var. Öyle ki, pek çok yerde Çin’de olduğunuza dair tek gösterge etrafınızdaki Çinlilerin sayısı.
  • Tüm bu küreselleşmeye karşın, kültürü farklı. Bir Avrupalı, Amerikalı, ya da Arap’la da aramızda kültürel anlamda mesafe var; ama Çinli ile bu mesafe epeyce daha fazla.
  • İletişim önemli sorun. Çat pat da olsa dil bilen sayısı çok az. Dil ve yazının farklılığı batı dillerini öğrenmeyi çok zorlaştırıyor anlaşılan. Otel restoranında garsonların üçte ikisi, su istediğinizi dahi anlayamıyor.
  • Çin’in dünyada, özellikle de Amerika’da, büyük bir diasporası var. En üst düzeyde eğitilmiş, tecrübe kazanmış Çinliler anavatana dönüyorlar.
  • Çin teknoloji üretiminde günü yakalamış, ama bir sonraki dalgayı yaratacak noktada değil henüz. Yakında o aşamaya da gelecektir.
  • Teknoloji alanında Çin ile iş yapmanın kolay yolu, Çin mallarını ithal edip satmak ve hizmetini vermek. Çin’e mal satmak da mümkün tabii, ama gerçekçi olmak gerekirse, ancak iyi seçilmiş niş alanlarda fırsat olabilir. Burada da Çinli iş ortakları ile ilerlemek en mantıklısı.

İki saptama ile bitireceğim:

  1. Çin seyahatinde, dünyanın ne kadar büyük bir hızla ilerlediğini, ülkeler arası rekabetin ne kadar keskinleştiğini bir kez daha gördüm. Yeni dünya düzeninde kendimize yer bulabilmek için, çok net tanımlanmış katma değer sahibi olmamız lazım. Önümüzde yapmamız gereken çok ödev var. Kapılmamış kapıları, nerede fark yaratabileceğimizi iyi saptamamız, kaynaklarımızı odaklamamız şart.
  2. Çin, önemli. Ülke olarak, kurum olarak, birey olarak, dünyayı doğru okuyabilmek için, Çin’i daha yakından tanınamaya, anlamaya çalışmamız gerekli.

Tüm okurlarıma güzel Çin seyahatleri dilerim.

Çin İzlenimleri – 5: Shangai

Beş saat gecikmeli uçak yolculuğumuzdan sonra akşam saatlerinde Shangai’a vasıl olduk.

Shangai dev bir şehir. 25 milyon insan yaşıyor ve yoğun yapılaşma havalimanından itibaren başlıyor. Her yer yüksek binalarla dolu. Bu kadar insanı taşıyabilmek için şehrin büyük bölümünü kat eden yükseltilmiş yollar var. Trafik felaket. Havalimanından şehre giderken, bütün bu faktörler, bir de bulutlu ve puslu hava,  Gotham City gibi bir izlenim bıraktı bende.

Shangai dünyanın en yoğun konteyner limanı. Meşhur Yangze nehrinden gelen mallar buradan dünyaya sevk ediliyor. Aynı zamanda Çin’in ilk Batılılaşmış şehri. İngilizler Afyon savaşları sonrası burayı serbest ticaret bölgesine çevirmiş. İngiliz, Amerikalı ve Fransızların burada kolonileri varmış. Nehrin kıyısındaki Bund bölgesi, Avrupa stilindeki binaları ile bu döneme tanıklık ediyor.

İnanması güç, ama bu manzara Shangai'dan.

İnanması güç, ama bu manzara Shangai’dan.

Son yıllarda çok sayıda gökdelen yapılmış. Uluslararası şirketlerin kendi binaları var. Çin ile iş yapmak isteyenlerin birinci adresi Shangai, belli ki.

Şehir, Schenzen’den farklı olarak daha fazla karakter sahibi. Hissedebildiğim kadarıyla, bu oldukça özgün, kozmopolit bir karakter. Batılı yönü baskın, ama Çin’in etkilerini taşıyan bir batılılık.

Modern bir büyük şehirden bekleyeceğiniz gibi, şehrin merkezinde parklar, şık alışveriş bölgeleri, bizim İstiklal Caddesini hatırlatan büyük yaya caddeleri, büyük kamu binaları var. Çin tarihini yansıtan eser ise pek az. Öyle ki, turistler gezecek yer bulsun diye eski tarz mimaride bir mahalle yapmışlar ve turistik dükkanlarla doldurmuşlar. Biz oradayken, turistlerin çoğu Çinliydi.

Shangai’da sokakta yürümek kolay değil. İki adımda bir birileri size yaklaşıp elindeki kataloğu gösterip bir şeyler satmaya çalışıyor. Pazarlanan portföy hep aynı: Saat, çanta ve bunlara ilgi göstermezseniz son koz olarak masaj.

Shangai ziyaretimizin bizim açımızdan en heyecan verici anısı, bilişim sektörünün efsanelerinden Dr. Leonard Liu ile tanışmamız oldu. Leonard’ın babası, Çan Kay Şek’in kabinesindeymiş. Komünist güçlere yenildikten sonra Taiwan’a kaçmışlar. Leonard, Princeton Üniversitesinde doktora yapmış ve ABD’de kalmış. IBM’de SQL’i yazan ekibin başındaymış, IBM arge birimini kurmuş. Sonra Taiwan’a dönmüş,  Acer ve başka şirketleri yönetmiş. Çin dünyaya açıldıktan sonra da anavatanına dönmüş ve 70’li yaşlarında olmasına rağmen ABD’ye iş yapan bir yazılım şirketi kurmuş, şirketi 1000 kişiye getirmiş. Bu şirketi Çin yazılım endüstrisi için bir okul olarak konumluyor ve Çin’i yazılımda da birinci lige taşımayı hedefliyor. Anladığım kadarıyla Leonard gibi ABD ve Taiwan’da dünya çapında başarı kazanmış pek çok Çinli yönetici, anavatana dönüyor ve bunu milli bir görev olarak algılıyor.

Leonard 75 yaşında, ama bizden genç duruyor maşallah.

Leonard 75 yaşında, ama bizden genç duruyor maşallah.

Leonard ile uzun bir öğlen yemeği yedik, tesadüfen çeşitli ortak noktalarımız olduğunu keşfettik ve Çin bilişim sektörünü belki bir nebze daha anladık. Bu izlenimlerimi dizinin son yazısında paylaşacağım.

Yarın: Beijing ve Son İzlenimler

Çin İzlenimleri – 4: Shenzen – Shangai Uçak Yolculuğu

Schenzen – Shangai uçak yolculuğu, biraz zahmetli, ama bir o kadar da öğretici oldu.

Önce havalimanından başlayayım. Çin’de gittiğimiz dört büyük şehrin her birinin yeni, modern ve çok büyük havalimanları vardı. Schenzen havalimanı bir uçak şeklinde inşa edilmiş. Uçak formunu, binanın üzerine giydirilmiş, alüminyum olduğunu sandığım bir kabuk veriyor. Bu kabuktaki delikler gün ışığının aşağıya ulaşmasını sağlıyor. İç mekânda taşıyıcılar az sayıda ve binanın içinde büyük bir yekpare hacim var.

Schenzen Havalimanı

Schenzen Havalimanı

 

 

 

Schenzen Havalimanı İçi

Schenzen Havalimanı İçi

Havalimanına giderken, Çin’de iç hat uçuşlarında gecikmelerin sık görüldüğünü söylemişlerdi. Ne yazık ki dedikleri gibi oldu. Terminalde üç saat, uçağın içinde iki saat bekledik. Bekleyiş can sıkıcıydı tabii, ama bana kendimce bazı sosyolojik gözlemler yapma şansı verdi. İşte bu gözlemlerin bazıları:

İki saatlik uçuşta beş saat gecikme şaşırtıcı. Ama beni asıl şaşırtan havayolu personeli ve yolcuların davranışları oldu. Gecikmenin nedeni ve süresi ile ilgili kimse bir açıklama yapmadı, özür dilemedi. Daha ilginci, yolculardan kimse durumu sorgulamadı, şikayet etmedi, görevlilere bir şey söylemedi. Bu kabullenmenin altında, Çin’in komünist geçmişi mi, imparatorluk geleneğimi, tevekkül tavsiye eden felsefeleri mi ya da başka bir şey mi yatıyor sorusunun cevabını profesyonel sosyologlara bırakıyorum. 🙂

Peki yolcular uslu uslu beklerken ne yapıyordu? Hemen hepsi, elindeki akıllı telefona gömülmüştü. Tüm dünya akıllı cihazlara bağlanmış durumda, ama ben böyle şey görmedim. Kimse birbiri ile konuşmuyor. Gazete okuyan yok, kitap okuyan az. Uçağın içinde beklerken görebildiğim yolcuların resmini çekmeye çalıştım, abartmadığımı görebilin diye.

airplane

Yolcular ve telefonları

 

Gecikmenin nedenini öğrendiğimde Çin’i biraz daha iyi anladım. Çin’de hava sahasının büyük çoğunluğu askerlerin kontrolündeymiş. Hava sahasının sivil havacılığa açık %25’i hızlı artan hava trafiğine dar geliyormuş. Üstelik, askerler akıllarına estikçe değişiklik yapıyor, açık sektörleri kapatabiliyormuş.

Bu durum, Çin’in devlet kontrollü ve güdümlü modeli için de bir metafor sanki. Günlük hayatta devletin elini görmüyorsunuz, ama arka planda her şeye yön veriyor. Halk da bunu bildiği ve kabullendiği için sesini çıkartmıyor, ya da çıkartamıyor.

Çin devletinin koyduğu sınırları en kolay gördüğünüz yer internet. Facebook yok, Google uygulamaları ve arama motoru yok, WordPress yok, hatta Dropbox yok. Hong Kong, Schenzen ve Shangai’da bunlara VPN yoluyla erişiyordum. Başkente gelince, VPN trafiği de engellendi. İşte blog yazımı geç yayınlamamın nedeni de budur. 🙂

Yarın: Shangai

Çin İzlenimleri – 3: Çinli Bir Bilgi Teknolojisi Üreticisi

Schenzen’deki günümüzü Çin’in büyük bir bilgi teknolojisi üreticisi ile geçirdik. Çinliler, bilgi teknolojisinde çok gerilerden geldiler. İlk adımları, Batı menşeli ürünlere “benzeterek” ürün geliştirme oldu. Bu “benzetme” işini abarttıkları için birçok fikri mülkiyet davası açıldı, bir kısmını kaybettiler. Zaman içinde bir sonraki aşamaya geçmeyi ve kendi tasarımlarını yapmayı başardılar. Artık, öncü ürünler yaratan, dünya pazarının önemli bölümünü elde tutan konumdalar.

Ölçekler burada da şaşırtıcı: ziyaret ettiğimiz kampüste 70,000 çalışan var.  Büyüklüğü 400 futbol sahası kadar. Kampüs özenle tasarlanmış – ABD şirketlerinin yeşillikler içindeki kampüslerinden aşağı kalır yanı yok. Binalar farklı tarzlarda tasarlanmış. Kendi hastaneleri, spor salonları, misafirhaneleri ve 3,000 çalışan için lojmanları var. 5 yıldızlı bir otelin inşaatına da başlamışlar. Kampüsün bazı köşeleri gerçekten güzel ve huzur verici.

Kampüsten bir görünüm

Kampüsten bir görünüm

Bizimki gibi ziyaretleri, müşteri/çözüm ortağı ilişkilerinin önemli bir parçası olarak görüyorlar ve iyi hazırlanmışlar. Bu amaca yönelik şık binaları, özel yemek salonları, farklı seviyelerde brifing verdikleri sergi alanları, toplantı odaları var. İngilizce konuşan genç bir çalışanlarını bize mihmandar olarak atamışlardı. Tüm gün boyunca bizimle oldu, her ihtiyacımızla ilgilendi. Bir program dahilinde, ilgilendiğimiz konularla ilgili uzmanlar ve yöneticiler bilgi verdiler.

Mihmandarımız James ile

Mihmandarımız James ile

Çalışanların çok büyük bölümü Çinli olsa da, uluslararası bir şirket olmayı başarmışlar. Yönetim kademeleri de dahil, farklı görevlerde çalışan yabancı uzmanlar var. “Benzetmeci” günleri geride bırakmak için araştırma geliştirmeye büyük önem veriyorlar ve kampüsteki 70,000 kişinin on küsur bini araştırmacı. Tasarladıkları ürünlerin rakiplerinden aşağı kalır yanı yok. Artık fiyatla değil, ürün özellikleri ile rekabet etmeye çalışıyorlar.

Ana kampüsten sonra, Schenzen’in bir saat dışında farklı bir şehirdeki üretim tesislerini gezdirdiler. Guangdong adındaki bu şehir bir üretim merkezi olarak gelişmiş. Çok sayıda şirketin fabrikası burada yer alıyor.

Üretim tesislerinin de devasa büyüklükte olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Biz tesisi bir araya getiren birçok fabrikadan birini gezdik.  Fabrika düzenli, temiz ve modern anlayışa göre tasarlanmıştı. Pek haz etmedikleri Japon’ların yalın üretim prensiplerini benimsemekte sakınca görmemişler. Toyota’nın eski bir yöneticisinden danışmanlık alıyorlarmış. Herhalde dünya kamuoyunda Çin fabrikalarındaki çalışma koşulları ile ilgili çok olumsuz haber yer aldığı için, çalışan mutluluğuna verdikleri önemi özellikle vurguladılar.

Fabrikada çok farklı veya ileri üretim teknikleri göze çarpmıyor. Üretim hatlarının çoğu batılı üreticiler tarafından sağlanmış. On küsur sene önce Türkiye’de Teletaş’taki üretimden daha farklı, daha ileri fazla bir şey görmedim.

Peki Çinlilerin teknolojideki başarı öyküsünden biz kendimize ders çıkartabilir miyiz?

  • Çin’in başarı öykülerinin ardında devlet var. Devlet kararlı davranmış, stratejik alanları belirlemiş, başarı için gerekli koşulları hazırlamış. Çin’in devlet güdümlü ekonomik modelini uygulamadan da ülke seviyesinde strateji oluşturmanın ve bu strateji ile uyumlu adımlar atmanın mümkün ve gerekli olduğuna inanıyorum.
  • Çinliler uzun vadeli ve büyük ölçekli bir vizyonla hareket etmişler ve bu yolda sabırla, fedakarlıkla yürümüşler. Güçlü sermaye yapıları, hissedarların kısa vadeli kar beklentileri ile uğraşmak zorunda olmamaları, belki de dünyaya bakış biçimleri onlara bu imkânı vermiş. Dünya çapında hedeflere koşacaksak, biz de uzun vadeli bakabilmeli, kısa vadede fedakarlık yapabilmeliyiz.
  • Çıkartılabilecek bir ders de, teknoloji oyununun dünyada artık farklı bir ölçekte oynanmakta olduğu ve bu oyuna bu noktada dahil olmanın o kadar da kolay olmadığı. Bir tarafta temel teknolojileri elde tutan Amerikalılar, bir taraftan yılda yüzbinlerce yeni mezun üreten Çin, Hindistan gibi ülkeler. Türkiye teknolojide başarı sahibi olacaksa, gücümüzü çok iyi seçilmiş az sayıda alana odaklamak zorundayız.

Yazımı son bir gözlem ile bitireyim: Çin, teknolojik ürünlerin tasarım ve üretiminde günü yakalamayı başarmış. Ancak, önünde hala bir adım var, o da yeni kavramlar ortaya koyabilmek, bir sonraki teknoloji dalgasını yaratabilmek. Bu seviye hala Batının hakimiyetinde; ama Çin bu kararlılıkla  kendisini oraya da taşıyacak.

Bu yazımı iki gün gecikmeyle, Türkiye’ye döndükten sonra yayınlayabiliyorum. Nedenin açıklaması, bir sonraki yazımda.

Yarın: Shenzen – Shangai Uçak Yolculuğu