Yapay Zekâ Çağı O Kadar da Çabuk Gelmeyecek mi Acaba?

Bir önceki yazımda, 2030’ların Yapay Zekâ dönemi olacağı tahminimi paylaşmıştım. Biri hariç, sözlü ve yazılı aldığım yorumların hemen hepsi bana katılıyor, üstelik 2030’a kalmayız diyordu.

Karşı görüş olarak, Robotik’in efsane adamlarından Rodney Brooks’a kulak verelim. Brooks, daha yolun başındayız diyor özetle: Mevcut başarılı uygulamalar çok dar alanlarda; nihai hedef olan insan gibi davranan genelleştirilmiş zekâ’ya daha çok mesafe var.

Saptamalarına katılmamak mümkün değil, zaten bu alanın en etkin isimlerinden biriyle tartışacak halimiz yok. 🙂 Ben yine de 2030’lar tahminimin arkasındayım. Brooks’un hedef olarak aldığı genelleştirilmiş zekâya ulaşamayız muhtemelen, ama her biri kendi dar alanında en az insanlar kadar başarılı çok sayıda uygulama çevremizi sardığında, hayatımız yeterince değişmiş olacak.

Rodney Brooks makalesinin linki:

The Seven Deadly Sins of AI Predictions

Bulut Bilişim Artık Ana Akım

clouds

Kurumsal bilişim mimarileri buluta geçecek, geçiyor derken; geçmiş bile. McKinsey’nin ekteki çalışmasına göre 2015’deki kullanım oranları oldukça yüksek, 2018’de ise bulut dışı “geleneksel” mimarideki çözümler azınlığa düşüyor.

Kurumsal teknolojilerdeki tüm yeniliklerde olduğu gibi, bu akımın öncüsü de büyük şirketler. Ancak, bulut küçük/orta boy şirketler için çok anlamlı ve eminim kısa sürede bu segmentteki penetrasyon, büyükleri de geçecek.

Bu dönüşüm, sadece kullanıcı kurumları değil, sektördeki tüm oyuncuları – ana şirketleri, dağıtıcıları, değer katan satıcıları, danışmanları, vb – temelden etkileyecek. Hazırlanamayanlar silinecek, “aracı” rolde olanlar iyice sıkışacak.

McKinsey araştırması yurtdışında yapılmış; Türkiye’deki gidişatın da daha farklı olmayacağını söylemek mümkün. Ülkemizdeki kullanım oranları herhâlde biraz geriden gelecek, ama küçük bir faz farkıyla ana dönüşüm bizde de gerçekleşecek. Kapsamlı bir araştırma pek yok bildiğim kadarıyla, ancak gözlemler bu saptamayı doğrular nitelikte.

Temel teknolojileri, büyük veri merkezlerini ve dünya çapında yaygın kullanılan uygulamaları kendisi üretmeyen bir ülke olarak bizim için riskler sadece sektör oyuncuları için değil, ülkenin stratejik güvenliği ve ekonomik geleceğiyle de ilgili. Vakit geçirmeden gelişmeleri iyi analiz etmek, kapsamlı bir hazırlık yapmak gerekli.

İlgili yazının linki:

IT as a service: From build to consume

İlgili yazım:

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Bulut Bilişim

Kullandığım fotograf benimdir, bu arada. 🙂

Digital Dönüşüm İçin Kılavuz Niteliğinde Bir Makale

Digital dönüşüm çok konuşuluyor, herkes bir tarafından tuttuğunu iddia ediyor, ancak çarpık ve eksik anlayışlar yaygın. Ekteki McKinsey makalesi konuyu kapsamlı bir şekilde ele alıyor, digital dönüşümün ne olduğunu, işinize muhtemel etkilerini, tehdit ve fırsatların nasıl saptanacağını örnekleriyle anlatıyor. Hararetle tavsiye ederim. (Vaktiniz yoksa, en azından videoyu seyredin. 🙂 )

digital transformation framework

Makale: The economic essentials of digital strategy

Video için link

 

 

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 6: Çıkarttığım Dersler

Mini seyahatnamenin bu son yazısında, izlenimlerimden çıkarttığım dersleri özetlemeye çalışacağım. Hindistan öyle bir yer ki, hayata dair bazı dersler çıkartmak kaçınılmaz, ancak ben yazımı meslekî zeminle sınırlı tutacağım.

Hindistan örneği Türk Bilişim Sektörü için ne demek?

Hindistan, nüfus ve diğer doğal avantajlarından dolayı hizmet pazarında doğrudan rekabet edilemeyecek, benzeri oluşturulamayacak bir güç. Ülke olarak attığımız adımlarda böyle bir gücün varlığını ve üstünlüklerini iyi anlamamız ve kendi stratejimizi Hindistan gerçeğini dikkate alarak yapmamız, kendimizi pazarın hâkim oyuncusuna göre konumlandırmamız lazım.

Hindistan’ın başarı öyküsünden öğrenebileceğimiz çok şey var:

  • Hindistan bir makro strateji ile hareket etmiş. Fark yaratabileceği alanları belirlemiş, endüstrisini buna göre şekillendirmiş. Biz de bir ülke stratejisi yapmalı ve devlet ve sektör oyuncularının eşgüdümüyle bu stratejiyi hayata geçirmeliyiz.
  • Stratejimiz gerçekçi olmalı. Hindistan’ın köşeleri kaptığı bir dünyada biz kendimizi nerede konumlayacağız? Rekabet avantajı elde etmek için coğrafi ve beşeri özelliklerimizi nasıl kullanacağız?
  • Hindistan eğitime çok önem vermiş. Her yıl 4-5 milyon mühendis mezun oluyor. İngilizce bilgisi oldukça yaygın. Eğer milyarlarca dolarlık yazılım ihracatından söz ediyorsak, bilişim sektöründe istihdam edilebilecek mezun sayımızı yüzbinlere çıkartmalı, teknik ve dil becerilerinin seviyesini yükseltmeliyiz. Bu artış hızlı olamayacağı için, sektöre eleman devşirecek programları yaygınlaştırmalı ve desteklemeliyiz.

Hindistan örneği Türk kullanıcıları (müşterileri) için ne demek?

  • Daha açık söylemek gerekirse, Hindistan’da iş yaptırarak maliyetlerini düşürebilirler mi? Kısa cevap, bence kolay değil. Hindistan’da düşük maliyetli kaynak bulmak, muhtemelen belli kalitede hizmet almak da mümkün tabii ki. Ancak bunun bir bedeli var. Kültürü tanımak, uzaktaki bir ekibe iş verebilecek ve alabilecek süreçleri oluşturmak, çalışma düzenini oturtmak kolay işler değil. İhtiyacınız uzun süreli ve yüksek hacimliyse değebilir; ancak bunun uzun soluklu bir yatırım olduğunu, keskin bir öğrenme eğrisi olacağını akılda tutup buna göre planlama yapmak koşuluyla.
  • Uzakta iş yaptırabilmek için arada köprü görevi görecek bir katman gerekli. Türkiye’de kurulması gereken bu katmanda bulunan kişiler hem dil, kültür ve iş “çevirisi” yapacaklar, hem de çalışmayı koordine edecekler.
  • Yukarıda yazdıklarımın hizmet işlerine yönelik olduğunun altını çizeyim. Ürün alırken, ya da bir projeyi uçtan uca tüm sorumluluğu ile ihale ederken, Hintli şirketlerin tekliflerini rakip tekliflerle karşılaştırarak karar vermek yeterli, doğal olarak.

Hindistan örneği Türk Bilişim Şirketleri için ne demek?

  • Öncelikle rekabet demek. Özellikle yurtdışına hizmet satmaya çalışıyorsanız, Hintlileri hesaba katmanız lazım. Ortadoğu’da Hintli şirketler teknik kararları veren alıcıların genellikle Hintli olmasından da yararlanarak pazarı belirliyorlar. İşler daha kurgulanırken Hintli şirketlere göre tasarlanıyor. Bizim Türkiye’de 5 kişiyle yaptığımız bir iş için müşteri bu alışkanlıkla 20 kişilik ekip talep edebiliyor. Birim maliyetlerinizde Hindistan’ı tutturamadığınız, daha kötüsü o kadar büyük ekibi toparlayamadığınız için, işin tamamını daha ucuza yapabilseniz bile kaybediyorsunuz. Rekabet etmenin yolu, niş alanlarda uzmanlıktan ve yüksek müşteri memnuniyeti sağlamaktan geçiyor.
  • Hintli şirketler Türkiye ile yakından ilgileniyor. Rekabeti kendi pazarımızda da hissedeceğiz. Ben Türkiye’de işlerinin çok kolay olmayacağını düşünüyorum. Bizdeki işlerin ölçeği genellikle küçük; maliyetler zaten dibe vurmuş durumda ve Türk kullanıcısının uzaktan hizmet alabilecek teknik olgunluğa gelmesine biraz daha zaman var. Yine de, yakında Hindistan’daki adam gün fiyatları örnek olarak önümüze koyulacak, korkarım.
  • Hintli şirketlerden öğreneceğimiz çok şey var. Biz yazılım ve hizmetleri genellikle zanaatkar usulü yapıyoruz, Hintlilerin başardığı fabrikalaşma aşamasına henüz gelemedik. Projelerimiz ve pazarımızın küçük olması, sürekliliğin ve sektördeki sermayenin sınırlı olması bu eksiklikte önemli etkenler. Yine de, Hintli şirketlerin kararlılıkla üzerinde durduğu süreç yönetimi, kalite kontrol gibi konulara biz de daha fazla öncelik vermeliyiz.
  • Hintli şirketlerle işbirlikleri teorik olarak mümkün: Hintli bir şirketle çözüm ortaklığı yaparsak, bazı işlerimizi orada yaptırabiliriz, belki maliyetleri düşürebiliriz; ek kaynak gerektiğinde erişebileceğimiz geniş bir havuz olur. Müşterilerin hizmet alması ile ilgili uyarılarım burada da geçerli. Bu yola girecekseniz, çalışacağınız firmayı iyi seçin ve onunla uzun soluklu bir yolculuğa çıktığınızın, başta ikinizin de epeyce yatırım yapması gerekeceğinin farkında olun. Nasscom’un söylediği kadarıyla, uygun firmayı bulma konusunda uzmanlaşmış danışmanlar varmış, firma seçiminde yararlanılabilir. Çalışmanın bir ara katman gerektireceğini unutmayın, bunu ilk baştan tesis edin ve maliyetine katlanın.

Bireylere yönelik bir notla bitireyim: Küreselleşmeyle bireysel düzeyde de rekabet sürekli artıyor. Her bireyin kendisini geliştirmesi, küresel anlamda rekabetçi bir konuma getirmesi gerek. Hindistan’dan çok etkilenmeme ve sevmeme rağmen, şu notu da düşmeden geçemeyeceğim: Ülkemizin kıymetini bilelim…

Bonus olarak, geziden birkaç resim ekliyorum. 🙂

20160312_05341

20160312_0528520160312_05249

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 5: Bilişim Sektörü

Bir haftalık bir gezide Hindistan’ın dev Bilişim Sektörünü tümüyle tanıdım demek tabii ki mümkün değil. Yine de, epeyce temas yaptık ve ana temaları anladık diye düşünüyorum. Hindistan’ın TÜBİSAD’ı Nasscom, iki uluslararası üretici şirket, biri uluslararası biri Hintli iki entegratör/hizmet şirketi, bir de büyük müşteri. Sağ olsunlar, hemen hepsi önceden en az yarım günlük programlar hazırlamıştı. Sunumlar yaptılar, hem kendi şirketleri hem de Bilişim sektörüne ilişkin her sorumuzu cevapladılar. Toplantılar dışında şirket yöneticileriyle yaptığımız sohbetlerde de çok şey öğrendik.

Eric giriş

Gittiğimiz şirketlerde karşılama hazırlamışlardı. Yere boyanmış pirinç, çiçek veya mermer tozundan şekiller yapıyorlar, yerlere, kapılara çiçekler asıyorlar.

eric foto

Çiçek bile verdiler. 🙂

Hindistan Bilişim Sektörünün yıllık geliri 148 Milyar ABD Doları. Karşılaştırmak için, 2014 Türkiye pazarı 20 milyar TL. Asıl çarpıcı fark, Hindistan’ın 148 milyar Dolarının 99’unun ihracat geliri olmasında. Sektörün yıllık büyümesi %10-12 civarında ve istihdamı 3,5 milyon kişi.

Hintliler bu etkileyici büyüklüklere nasıl ulaşmışlar? Ülkenin büyüklüğü ve genç nüfusu bir faktör. Bu nüfusun en azından bir kesimini iyi eğitmişler. Yılda 4-5 milyon mühendis mezun oluyor. İngiliz sömürge geçmişinin de etkisiyle, bu kesimde İngilizce bilgisi de yaygın. Bir parantez açayım: İngilizce bilgisi toplumun genelinde sandığım kadar yaygın değil. Sokaktaki modern giyimli gençlerin dahi pek dil bildiği yok. Ziyaret ettiğimiz şirketlerde, epey aksanlı olsa da İngilizceyi çok akıcı konuşan bir kesimin yanında, zorlananlar da vardı.

Bilişim sektörünün gelişmesinde Amerika’daki Hint diasporası önemli bir rol oynamış. Ucuz ve bol iş gücünden yararlanarak, önce sıradan işleri, sonra gittikçe daha sofistike hizmetleri anavatanlarındaki oluşumlardan almaya başlamışlar, şirketleşme ve organizasyon süreçlerinde en iyi uygulamaları ülkelerine getirmişler. Aslında büyük bir engel olması gereken mesafe ve saat farkı, gelişen iletişim imkanları sayesinde bir avantaj olarak pazarlanmış: Hindistan, Amerika uyurken çalışıyor; böylece 24 saat dönen bir çark kurulmuş oluyor.

Hindistan Bilişim sektörünün tarihinde Nasscom önemli bir rol oynamış ve sektörü ilgilendiren uluslararası ilişkiler, insan kaynakları, devlet politikaları gibi konularda Hintli şirketleri bir araya getiren güçlü bir platform olmuş. Açıkçası, Delhi’de ziyaret ettiğimiz merkezleri ve bizimle görüşen yetkililer daha çok kıyıda köşede kalmış bir kamu kuruluşunu hatırlatıyordu; derneğin üstlendiği görevlerin önemini pek yansıtmıyordu. Gözlerim TÜBİSAD’ı aradı, diyebilirim. 🙂

Hindistan Bilişim Sektörü ülkenin dört bir yanına yayılmış durumda. Bangalor, bilişimin başkenti. Adını bildiğimiz büyük teknoloji şirketlerinin çoğunun burada kampüsleri var. Infosys ve Wipro başta olmak üzere Hint şirketlerinin merkezleri, merkezleri yoksa bile büyük operasyonları Bangalor’da. Bangalor, Delhi, Mumbai gibi büyük şehirlerin yanında, Haydarabad, Pune, Chennai, Jaipur gibi şehirlerde de büyük şirketlerin ofisleri ve daha küçük şirketler yer alıyor.

Hindistan bilişim sektörünün çarpıcı bir yönü  büyüme hızı. Sektörün varlığını ve gücünü 90’lı yıllardan beri biliyordum, ancak son on yılda müthiş bir büyüme olmuş. Gittiğimiz her şirket, on yıl önce birkaç yüz ya da birkaç bin kişiydik, şimdi yüzbinleri bulduk dedi. Yanlış okumadınız; büyük şirketlerin ölçeği yüzbinler seviyesinde. Bir düşünün: Yüz bin, kimi şirkette 300 bin çalışan. Bu şirketler nasıl organize olur, elemanlarını nasıl eğitirler? Bir de bu büyümenin sadece on yılda gerçekleştiğini düşünün. On yılda yüz bin kişi nasıl işe alınır ve verimli hale getirilir?

Sayılar böyle olunca, şirketler hizmet fabrikaları olarak organize edilmiş. Süreç yönetimi, kalite kontrol birimleri gibi tedbirlerle desteklenmiş mekanizmalar kurmuşlar, kendi araçlarını geliştirmişler. Yani Hintli şirketler düşük maliyetli elemandan ibaret değil. Yazılım/hizmet işini fabrika usulü yapmak konusunda ciddi bir bilgi birikimleri var. Batı kökenli şirketlerin bu açıdan daha ileride olduklarını gördük, en azından sunumlarından o sonuç çıkıyordu. Hintli şirketler jargon ve sofistikasyon açısından biraz daha mütavazı, görebildiğim kadarıyla.

Görüştüğümüz şirketlerin hepsi, insan kaynakları süreçlerine büyük önem veriyor. İşe alma, işe alınan çalışanı “fabrikanın üretim hatlarında” verimli hale getirme ön planda. Uluslararası bir şirketin yöneticisi, başvuruların %1,5’ini kabul ettiklerini söyledi. Her ay yüzlerce kişi işe alınıyor ve bu başvuruların sadece %1,5’i!

Çalışanların ortamları, maaşları diğer sektörlere göre epey daha iyi, onlar da şirketlerini sahipleniyorlar. Bu sahiplenme üst yönetimde had safhada. Satış tabii ki her üst düzey yöneticinin asli görevi; ama Hintli yöneticilerdeki satış azmi ve çabası gerçekten sıradışı.

Hintliler uzaktan hizmet vermeye en basit işler, örneğin çağrı merkezi hizmetleri ve program parçacıkları ile başlamışlar. Yetkinlikleri arttıkça, alınan işlerin karmaşıklığı ve katma değeri de artmış. Bugün birkaç temel iş yapma biçimi var:

  • Uluslararası şirketler kendi ihtiyaçları için ekipler kuruyorlar. Intel, Ericsson gibi şirketler, bazı ürün geliştirmelerini Hindistan’da yapıyor. Sadece üreticiler değil, büyük kullanıcılar da kendi ekiplerini oluşturabiliyor.
  • Wipro, Tata, Techmahindra gibi Hintli şirketler veya Accenture, IBM gibi uluslararası şirketler, Hindistan’daki ekipleri ile dünyanın her yerindeki müşterilere hizmet veriyorlar, proje yapıyorlar. Sunulan hizmetler arasında yazılım geliştirmenin yanı sıra, destek, uzaktan işletim de var.
  • Hintli şirketler, geliştirdikleri bazı yazılımları ürünleştirmeyi başarmışlar ve bunları hazır çözümleri olarak pazarlıyorlar.

Zaman içinde hizmetlerin iş modelleri olgunlaşmış. Müşterilerle adam gün bazlı, kapasite bazlı başlayan ilişkiler artık şirketlerin bazı riskleri üstlendiği ve yaratılan katma değerden pay aldığı iş ortaklığı modellerine doğru evriliyor.

Görüştüklerimiz şirketlerin tümü belli bir ölçeğin üzerindeydi. Ellerindeki kontratlar da büyük. 30M USD üzerine büyük proje diyorlar, 10-20 milyonlar orta boy oluyor. Hizmet işinde bunlar büyük paralar. (Günün birinde Türkiye’de de böyle kontratları görürüz, inşallah. 🙂 ) Müşteriler için ayırılan kadrolar yüzlerce kişiden oluşuyor. Müşterilerin çoğu Amerika’dan; sonra Avrupa ve Avusturalya geliyor.

Hint bilişim endüstrisini dünya için cazip bir sağlayıcı kılan faktörlerin en önemlisi nedir diye sorarsanız, benim cevabım “ölçek” olur. Daha düşük maliyet, hizmet sağlamadaki olgunluk düzeyleri gibi etkenler var mutlaka; ancak uzaktan iş yapmanın maliyeti ve zorluğu da çok. Üstelik fabrika düzenini oluşturmanın ek maliyetleri var; bu kadar çok elemanın hepsinin yüksek seviyede verimli olacağını beklemek de pek gerçekçi olmaz. Ancak ihtiyacınız olan “ölçek” ise, Hindistan’ın alternatifi yok. Bir Amerikan şirketine yazılım işleri için iki bin kişi gerektiğinde, bu ekibi Amerika’nın çok rekabetçi piyasasından kolay kolay toplayamaz. Avrupa’nın yazılımda iyi olan çevre ülkeleri ise alternatiif olamayacak kadar küçük; herkesi yazılımcı yapsalar Hindistan’daki sayılara ulaşılmaz. Bu yüzden Hindistan hizmet işinde rakipsiz.

Demografik olarak, Hintlilerin dünyanın hizmet merkezi konumuna göz dikebilecek tek ülke Çin. Ancak Çinliler hizmet sağlayıcılıktan ziyade ürün markaları yaratma peşinde. İki ülkeyi gezdiğinizde, bu yönelimlerin kültürel temeli olduğunu anlıyorsunuz. Çinlilerin disiplini yüksek, ancak Hintliler hizmet işine yatkın, ilişkileri daha sıcak. İngilizce hakimiyetleri de önemli bir faktör mutlaka.

Bir sonraki yazıda, bu temaslardan çıkarttığım dersleri özetlemeye çalışacağım.

Bu serideki diğer yazılar:

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 1

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 2: Genel Bilgi ve İzlenimler

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 3: İnsanlar

Hindistan Seyahatinden İzlenimler – 4: Şehirler

Bilgi Teknolojilerinde sırada ne var?

Paylaştığım makalenin yazarı, ünlü girişim sermayesi şirketi Andreessen Horowitz‘te yönetici ortak. Daha önce kendisi internet şirketi kurmuş. Teknolojideki gelişmelerle ilgili ne dediğini bildiğini varsayabiliriz.

Birkaç sayfada tarihsel gelişimi ve bugünün ana akımlarını güzelce özetlemiş. Makaleyi okumanızı tavsiye ederim, belki zaman bulamazsınız diye aşağıda geleceği şekillendirecek akımlara ilişkin başlıkları aşağıda kısaca özetliyorum:

Donanım: Daha da küçülüyor, ucuzluyor ve artık her nesneyi sensörlerle, gerektiğinde işlemcilerle donatmak mümkün. Gelişmenin hızlanmasında yüzlerce milyon adet üretilen akıllı telefon bileşenlerinin etkisi büyük.

Yazılım: Yapay zeka gerçek oluyor ve zamanla tüm sistemlere, uygulamalara yaygınlaşacak.

Donanım+Yazılım: Yeni bilgisayarlar doğuyor: Otomobiller, İnsansız Hava Araçları, Giyilebilirler, Nesnelerin Interneti. Dixon, Sanal Gerçeklik (Virtual Reality) ve Artırılmış Gerçeklik (Augmented Reality) sistemlerini de bu başlık altına almış.

Bilgi Teknolojileri hızla gelişmeyi sürdürüyor. Yukarıdaki alanların olgunlaşması, yaşamlarımızı derinden etkileyecek.

Makalenin linki aşağıda:

What’s Next in Computing?

Çin İzlenimleri – 3: Çinli Bir Bilgi Teknolojisi Üreticisi

Schenzen’deki günümüzü Çin’in büyük bir bilgi teknolojisi üreticisi ile geçirdik. Çinliler, bilgi teknolojisinde çok gerilerden geldiler. İlk adımları, Batı menşeli ürünlere “benzeterek” ürün geliştirme oldu. Bu “benzetme” işini abarttıkları için birçok fikri mülkiyet davası açıldı, bir kısmını kaybettiler. Zaman içinde bir sonraki aşamaya geçmeyi ve kendi tasarımlarını yapmayı başardılar. Artık, öncü ürünler yaratan, dünya pazarının önemli bölümünü elde tutan konumdalar.

Ölçekler burada da şaşırtıcı: ziyaret ettiğimiz kampüste 70,000 çalışan var.  Büyüklüğü 400 futbol sahası kadar. Kampüs özenle tasarlanmış – ABD şirketlerinin yeşillikler içindeki kampüslerinden aşağı kalır yanı yok. Binalar farklı tarzlarda tasarlanmış. Kendi hastaneleri, spor salonları, misafirhaneleri ve 3,000 çalışan için lojmanları var. 5 yıldızlı bir otelin inşaatına da başlamışlar. Kampüsün bazı köşeleri gerçekten güzel ve huzur verici.

Kampüsten bir görünüm

Kampüsten bir görünüm

Bizimki gibi ziyaretleri, müşteri/çözüm ortağı ilişkilerinin önemli bir parçası olarak görüyorlar ve iyi hazırlanmışlar. Bu amaca yönelik şık binaları, özel yemek salonları, farklı seviyelerde brifing verdikleri sergi alanları, toplantı odaları var. İngilizce konuşan genç bir çalışanlarını bize mihmandar olarak atamışlardı. Tüm gün boyunca bizimle oldu, her ihtiyacımızla ilgilendi. Bir program dahilinde, ilgilendiğimiz konularla ilgili uzmanlar ve yöneticiler bilgi verdiler.

Mihmandarımız James ile

Mihmandarımız James ile

Çalışanların çok büyük bölümü Çinli olsa da, uluslararası bir şirket olmayı başarmışlar. Yönetim kademeleri de dahil, farklı görevlerde çalışan yabancı uzmanlar var. “Benzetmeci” günleri geride bırakmak için araştırma geliştirmeye büyük önem veriyorlar ve kampüsteki 70,000 kişinin on küsur bini araştırmacı. Tasarladıkları ürünlerin rakiplerinden aşağı kalır yanı yok. Artık fiyatla değil, ürün özellikleri ile rekabet etmeye çalışıyorlar.

Ana kampüsten sonra, Schenzen’in bir saat dışında farklı bir şehirdeki üretim tesislerini gezdirdiler. Guangdong adındaki bu şehir bir üretim merkezi olarak gelişmiş. Çok sayıda şirketin fabrikası burada yer alıyor.

Üretim tesislerinin de devasa büyüklükte olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Biz tesisi bir araya getiren birçok fabrikadan birini gezdik.  Fabrika düzenli, temiz ve modern anlayışa göre tasarlanmıştı. Pek haz etmedikleri Japon’ların yalın üretim prensiplerini benimsemekte sakınca görmemişler. Toyota’nın eski bir yöneticisinden danışmanlık alıyorlarmış. Herhalde dünya kamuoyunda Çin fabrikalarındaki çalışma koşulları ile ilgili çok olumsuz haber yer aldığı için, çalışan mutluluğuna verdikleri önemi özellikle vurguladılar.

Fabrikada çok farklı veya ileri üretim teknikleri göze çarpmıyor. Üretim hatlarının çoğu batılı üreticiler tarafından sağlanmış. On küsur sene önce Türkiye’de Teletaş’taki üretimden daha farklı, daha ileri fazla bir şey görmedim.

Peki Çinlilerin teknolojideki başarı öyküsünden biz kendimize ders çıkartabilir miyiz?

  • Çin’in başarı öykülerinin ardında devlet var. Devlet kararlı davranmış, stratejik alanları belirlemiş, başarı için gerekli koşulları hazırlamış. Çin’in devlet güdümlü ekonomik modelini uygulamadan da ülke seviyesinde strateji oluşturmanın ve bu strateji ile uyumlu adımlar atmanın mümkün ve gerekli olduğuna inanıyorum.
  • Çinliler uzun vadeli ve büyük ölçekli bir vizyonla hareket etmişler ve bu yolda sabırla, fedakarlıkla yürümüşler. Güçlü sermaye yapıları, hissedarların kısa vadeli kar beklentileri ile uğraşmak zorunda olmamaları, belki de dünyaya bakış biçimleri onlara bu imkânı vermiş. Dünya çapında hedeflere koşacaksak, biz de uzun vadeli bakabilmeli, kısa vadede fedakarlık yapabilmeliyiz.
  • Çıkartılabilecek bir ders de, teknoloji oyununun dünyada artık farklı bir ölçekte oynanmakta olduğu ve bu oyuna bu noktada dahil olmanın o kadar da kolay olmadığı. Bir tarafta temel teknolojileri elde tutan Amerikalılar, bir taraftan yılda yüzbinlerce yeni mezun üreten Çin, Hindistan gibi ülkeler. Türkiye teknolojide başarı sahibi olacaksa, gücümüzü çok iyi seçilmiş az sayıda alana odaklamak zorundayız.

Yazımı son bir gözlem ile bitireyim: Çin, teknolojik ürünlerin tasarım ve üretiminde günü yakalamayı başarmış. Ancak, önünde hala bir adım var, o da yeni kavramlar ortaya koyabilmek, bir sonraki teknoloji dalgasını yaratabilmek. Bu seviye hala Batının hakimiyetinde; ama Çin bu kararlılıkla  kendisini oraya da taşıyacak.

Bu yazımı iki gün gecikmeyle, Türkiye’ye döndükten sonra yayınlayabiliyorum. Nedenin açıklaması, bir sonraki yazımda.

Yarın: Shenzen – Shangai Uçak Yolculuğu

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Nesnelerin İnterneti

Teknolojik devrimler, devrimlerin temelini oluşturan buluşlardan çok sonra ortaya çıkıyor.  İnternetin başlangıç tarihi en az 1970’lere, belki daha öncesine dayanıyor, ancak sokaktaki vatandaşın internetin varlığından haberdar olması için 20 yıl, internetin günlük hayatımızın vazgeçilmez parçası olması için bir yirmi yıl daha gerekti.  Bu 20+20 yılda bilgisayarlar ucuzladı ve yaygınlaştı, işletmelerde bilgisayar kullanımı standart hale geldi, erişim hızlandı ve maliyetleri düştü, standartlar ortaya çıktı ve tüm üreticiler tarafından benimsendi.  Bu dinamiklerden herhangi biri geri kalsaydı, bugün internet çağında yaşamıyor olurduk.

Son yıllarda, yeni devrimlerin unsurları geri planda yavaş yavaş – belki hızlı hızlı demek daha doğru – olgunlaşmakta.  Bu devrimlerin en çarpıcılarından biri İngilizcesiyle “internet of things”, benim yakıştırdığım Türkçe adıyla “nesnelerin interneti” olacak.  Bu devrim, bizi youtube izlediğimiz, alışveriş yaptığımız internetin sunduğundan çok öte imkanlarla tanıştıracak ve yeni teknolojiler günlük yaşamımızın her detayına işleyecek.

Nesnelerin internetinin temelinde algılayıcılar (sensörler) var.  Fiziksel dünyadaki pek çok olguyu, hava sıcaklığı ve nemi, tansiyon ve kalp atışını, bir sokaktan geçen otomobillerin sayısını basit algılayıcılar ile ölçmek, sayısallaştırmak ve ölçümleri bilgisayarlara aktarmak mümkün.  Devrimi hazırlayan, onlarca yıldır var olan bu teknolojilerin artık iyice olgunlaşmakta olması.  Yeni algılayıcılar küçük ve ucuz.  Bunların bir birileri ile ve bilgisayar ağları ile konuşmasını sağlayan standartlar üzerinde anlaşılmış durumda.  Herkesin elinde olan akıllı telefonlar, algılayıcıların fazla güçlü ve akıllı olmadan verilerini kolayca aktarabilmelerini sağlıyor. Bulut bilişim ile çok sayıda algılayıcıdan gelen veri merkezde ucuza işleniyor.  Algılayıcıların verilerini taşımaya yönelik özel iletişim servisleri dahi ortaya çıkmaya başladı.

Nesnelerin interneti, yaşantımıza girmeye hazırlanıyor.  Bazı şehirlerde, algılayıcılardan gelen veri boş park yerlerini belirliyor ve sürücülere bildiriyor.  Akıllı evlerden gelen verilerin analizi, içeride hırsız olup olmadığına karar veriyor.  Seralarda topraktaki nem miktarını ölçen algılayıcılar, sulamayı ya da bitki üzerinde yapılacak işlemi belirliyor.  Deri altına yerleştirilerek yaşamsal verileri sürekli takip eden çipler, hastayı ilaç alması için uyarıyor, tek başına yaşayan yaşlılar düştüğünde yakınlarına haber veriyor.  İşletmeler, depo ve tanklarda azalan ürünleri, cihazların arıza olasılıklarını önceden fark ederek önlem alıyor.

İnternetin gelişiminde olduğu gibi, bu gelişmelerin devrim niteliğini kazanmaları için bileşenlerinin iyice yaygınlaşması lazım.  İnternet’e birkaç milyon kişi bağlıyken uzmanların ya da hobicilerin alanıydı; patlama ise tanıdığınız herkesin internete bağlı olduğu aşamaya gelindiğinde yaşandı.  Nesnelerin internetin aslı potansiyeli de, her ev, her sokak, her tarla ve belki her beden algılayıcılarla donatıldığında ortaya çıkacak.  Bu algılayıcıların açık standartlara göre çalışıyor ve iletişiyor olması, bugün hayal edemediğimiz uygulamaların doğması için gerekli zemini hazırlayacak.

Bu kısa yazıda bu gelişmeler ile katlanarak artacak mahremiyet ve güvenlik risklerine girmeyeceğim, yukarıdaki örnekleri okuduğunuzda içinize zaten bir kurt düşmüş olduğundan eminim.  Riskleri ve getirileriyle, bizi cesur yeni bir dünyanın beklediği muhakkak.  Olgunlaşmakta olan başka teknolojik devrimler nesnelerin internetinin etkisini daha da çarpıcı kılacak.  Sonraki yazılarda bunlardan bahsetmeyi de umuyorum.

Bu serideki diğer yazılar:

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Büyük Veri

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Bulut Bilişim

Yeni Teknolojileri Pazarda Hakim Kılan Koşullar

Bugün sizlerle BusinessWeek dergisinden bir yazı paylaşmak istiyorum.

BusinessWeek, çok uzun süredir her hafta takip ettiğim bir dergi.  İş dünyasında neler olup bittiğini bu kadar iyi kapsayan başka bir yayın bilmiyorum.  Teknolojiye çok yer veriyorlar, bu da benim işime geliyor.  Dergi, Bloomberg satın aldıktan sonra yorum yapmada da daha cesur olmaya başladı.  Ben alışkanlıkla esasen uluslararası dergiyi takip ediyorum, ama BusinessWeek Türkiye de çok başarılı.

Paylaştığım yazı, yeni bir teknolojinin pazarda hakim olabilmesi için üç koşulun birden yerine gelmesi gerektiğini söylüyor:

1. Alışkanlıkları değiştirmeye değecek kadar basit ve güvenilir olması

2. İlk pazarı oluşturabilmek için bol harcamalı, cesur, hatta sansasyonel bir lansman yapılması

3. Standartları oluşturacak, yetkilendirilmiş bir kurumun varlığı

Hayatımıza girmeyi başarmış teknolojilere baktığımızda, bu koşulların tümünün yerine gelmiş olduğunu görüyoruz.  Yazıda verilen iki örnek, kredi kartları ve barkod.  Buna interneti ve GSM telefonları eklemek de mümkün.  Aynı şekilde, mobil ödemenin neden hâlâ yaygınlaşamadığını da bu 3’lü test ile açıklayabiliyoruz.

3’lü testin, daha niş alanlardaki teknolojilerin yaygınlaşmasını tahmin etmekte de yararlı olacağını düşünüyorum.  Örneğin, yeni bir bankacılık kanalının, ya da belli bir endüstrideki yeni bir uygulamanın her yeri sarıp sarmayacağını, zamanının gelip gelmediğini anlamak için bu üç koşulun gerçekleşmesini izleyebiliriz.  Geleceği tahmin etmek gibi zor bir zanaatte bize yardımcı olabilecek bir araç…

How the Bar Code Took Over the World