Çin İzlenimleri – 6: Beijing ve Son İzlenimler

Çin’de son durağımız başkent Beijing, ya da eskiden bildiğimiz adıyla Pekin. Beijing de 20 milyon nüfuslu dev bir şehir. Merkezden dışa doğru beş çevre yolu var. Bizi hava kirliliği konusunda uyarmışlardı, ama herhalde mevsim nedeniyle, hava temizdi. Çin’in kuzeyine doğru gittikçe iklim daha ılıman hale geliyor, güneyin nemli, yarı-tropik iklimi yerini Türkiye’yi andıran bir iklime bırakıyor.

Beijing, gördüğümüz dört şehir arasında en Çinlisi. Şehrin merkezinde yer alan imparatorun sarayı Yasak Şehir gerçekten görkemli. Yerleşimi Topkapı Sarayını andırıyor, yapılış yılları da benzer. Yasak Şehrin tasarımında güvenlik birinci öncelikmiş: suikastçılar arkasında saklanmasın diye bitki yok; tünel kazmasınlar diye avlularda sekiz kat yer döşemesi var.

Yasak Şehir

Yasak Şehir

Yasak Şehir, bir-iki katlı binalardan oluşan eski mahalleler ile çevrili. Bina yüksekliklerini sınırlayarak bu bölgeyi korumuşlar. Binaların neredeyse tümü dükkanlara, cafe’lere dönüştürülmüş. Sokaklar kalabalık. Dükkanların bir kısmı modern ve şık tasarımlı.

Gösterilere ve katliamlara sahne olan Tianenmen meydanı Yasak Şehrin yanı başında. Çevresinde Sovyet mimarisinde yapılmış büyük kamu binaları var. Potansiyel göstericileri engellemek için, meydana erişim yolları barikatlarla sınırlanmış. Şoförümüz, yavaş gitme talebimizi, polis tarafından yanlış anlaşılabilir diye red etti.

Çin’e gidince Çin Seddini görmeden olmaz. Yeterince resmini görmüşsünüzdür; gerçekten görmeye değer olduğunu ve basamakları tırmanmak için sağlam kalp ve diz gerektiğini söylemenin dışında bir şey eklemeyeceğim.

Beijing’de bizi May adında, yirmili yaşlarda bir rehber gezdirdi. May, zeki ve sevimli bir kızdı, İngilizcesi de iyiydi. Yeri gelmişken söyleyeyim: Beijing’de rehber ihtiyacınız olursa temas bilgilerini benden alabilirsiniz.

May, üniversitede rehberlik okumuş. Yol boyunca sohbet ettik, bu sayede Çinlileri, özellikle de gençleri, biraz daha yakından tanıma fırsatı bulduk. May, doğduğu şehirden ve ailesinden on saat uzakta. Doğduğu küçük şehirde turist rehberine ihtiyaç olmadığı için başkente gelmiş. Erkek arkadaşı da, yine on saat uzakta bir başka şehirde yaşıyor. Nüfus bu anlamda mobil, iş neredeyse oraya gidiyor.

May’den, Çin’in tek çocuk yasasının düşündüğüm kadar katı olmadığını öğrendim. Birden fazla çocuk için gelir düzeyine göre ceza ödeniyor. Herhalde o kadar yüksek bir ceza değil ki, May’in de, erkek arkadaşının da birer kardeşi varmış. Çin, nüfusu gençleştirmek için yakın zamanda yasayı daha da gevşetti: Eşlerin ikisi de tek çocuksa, iki çocuk yapmaları serbest.

Gençlerin evrensel kaygıları Çin’de de aynı: May, ev sahibi olmanın zorluğundan, hatta imkansızlığından söz ediyor. Ev ve diğer geçim kaygıları evlenme yaşını 30’lara yükseltmiş. Değişik mesleklerin gelir düzeylerini sorduk, epey detaylı bilgi aldık. Anlaşılıyor ki Çin’de ücretler eskisi gibi değil. İş gücü hala Türkiye’den ucuz, ama aradaki fark eskisi gibi üç-beş kat değil, belki %20-30.

May bizi öğlen yemeği için Çinli ailelerin gittiği bir lokantaya götürdü. Pek çok kişiden Çin’de yemekleri yemekte zorlandığını, Çin’deki yemeklerin bizim Çin lokantalarına benzemediğini duymuştum. Biz pek zorluk çekmedik. Gerek bu halk tipi lokantada, gerekse otellerin daha lüks restoranlarında yiyecek yemek bulduk. Otellerde genellikle bir Çin, bir de Avrupa restoranı olduğunu da ekleyeyim ki kimsenin gözü korkmasın.

Bu yazı dizisini, Çin ile ilgili bazı genel izlenimlerle bitirmek istiyorum:

  • Çin, dev ölçeği ve yükselen ekonomisiyle bir süper güç. Kararlılıklarını korurlarsa yakında dünyanın en büyük ekonomisi olacakları ve ABD ile her alanda başa baş rekabet edebilecekleri kesin. Dünya hızla iki kutuplu bir yapıya evrilecek.
  • Çin, devletçi. Devletin varlığı, şirketlerdeki kontrolünden internetteki sansüre, her yerde kendini belli ediyor. Bu bir açıdan avantaj: Son dönemde devlet yöneticileri iyi bir planlama ile büyük kalkınma sağlamışlar. Dezavantajlar ve riskler de sanıyorum aşikar.
  • Çin, en azından büyük şehirleri, küreselleşmiş. Batıdaki bir metropolde ne varsa burada da var. Öyle ki, pek çok yerde Çin’de olduğunuza dair tek gösterge etrafınızdaki Çinlilerin sayısı.
  • Tüm bu küreselleşmeye karşın, kültürü farklı. Bir Avrupalı, Amerikalı, ya da Arap’la da aramızda kültürel anlamda mesafe var; ama Çinli ile bu mesafe epeyce daha fazla.
  • İletişim önemli sorun. Çat pat da olsa dil bilen sayısı çok az. Dil ve yazının farklılığı batı dillerini öğrenmeyi çok zorlaştırıyor anlaşılan. Otel restoranında garsonların üçte ikisi, su istediğinizi dahi anlayamıyor.
  • Çin’in dünyada, özellikle de Amerika’da, büyük bir diasporası var. En üst düzeyde eğitilmiş, tecrübe kazanmış Çinliler anavatana dönüyorlar.
  • Çin teknoloji üretiminde günü yakalamış, ama bir sonraki dalgayı yaratacak noktada değil henüz. Yakında o aşamaya da gelecektir.
  • Teknoloji alanında Çin ile iş yapmanın kolay yolu, Çin mallarını ithal edip satmak ve hizmetini vermek. Çin’e mal satmak da mümkün tabii, ama gerçekçi olmak gerekirse, ancak iyi seçilmiş niş alanlarda fırsat olabilir. Burada da Çinli iş ortakları ile ilerlemek en mantıklısı.

İki saptama ile bitireceğim:

  1. Çin seyahatinde, dünyanın ne kadar büyük bir hızla ilerlediğini, ülkeler arası rekabetin ne kadar keskinleştiğini bir kez daha gördüm. Yeni dünya düzeninde kendimize yer bulabilmek için, çok net tanımlanmış katma değer sahibi olmamız lazım. Önümüzde yapmamız gereken çok ödev var. Kapılmamış kapıları, nerede fark yaratabileceğimizi iyi saptamamız, kaynaklarımızı odaklamamız şart.
  2. Çin, önemli. Ülke olarak, kurum olarak, birey olarak, dünyayı doğru okuyabilmek için, Çin’i daha yakından tanınamaya, anlamaya çalışmamız gerekli.

Tüm okurlarıma güzel Çin seyahatleri dilerim.

Çin İzlenimleri – 5: Shangai

Beş saat gecikmeli uçak yolculuğumuzdan sonra akşam saatlerinde Shangai’a vasıl olduk.

Shangai dev bir şehir. 25 milyon insan yaşıyor ve yoğun yapılaşma havalimanından itibaren başlıyor. Her yer yüksek binalarla dolu. Bu kadar insanı taşıyabilmek için şehrin büyük bölümünü kat eden yükseltilmiş yollar var. Trafik felaket. Havalimanından şehre giderken, bütün bu faktörler, bir de bulutlu ve puslu hava,  Gotham City gibi bir izlenim bıraktı bende.

Shangai dünyanın en yoğun konteyner limanı. Meşhur Yangze nehrinden gelen mallar buradan dünyaya sevk ediliyor. Aynı zamanda Çin’in ilk Batılılaşmış şehri. İngilizler Afyon savaşları sonrası burayı serbest ticaret bölgesine çevirmiş. İngiliz, Amerikalı ve Fransızların burada kolonileri varmış. Nehrin kıyısındaki Bund bölgesi, Avrupa stilindeki binaları ile bu döneme tanıklık ediyor.

İnanması güç, ama bu manzara Shangai'dan.

İnanması güç, ama bu manzara Shangai’dan.

Son yıllarda çok sayıda gökdelen yapılmış. Uluslararası şirketlerin kendi binaları var. Çin ile iş yapmak isteyenlerin birinci adresi Shangai, belli ki.

Şehir, Schenzen’den farklı olarak daha fazla karakter sahibi. Hissedebildiğim kadarıyla, bu oldukça özgün, kozmopolit bir karakter. Batılı yönü baskın, ama Çin’in etkilerini taşıyan bir batılılık.

Modern bir büyük şehirden bekleyeceğiniz gibi, şehrin merkezinde parklar, şık alışveriş bölgeleri, bizim İstiklal Caddesini hatırlatan büyük yaya caddeleri, büyük kamu binaları var. Çin tarihini yansıtan eser ise pek az. Öyle ki, turistler gezecek yer bulsun diye eski tarz mimaride bir mahalle yapmışlar ve turistik dükkanlarla doldurmuşlar. Biz oradayken, turistlerin çoğu Çinliydi.

Shangai’da sokakta yürümek kolay değil. İki adımda bir birileri size yaklaşıp elindeki kataloğu gösterip bir şeyler satmaya çalışıyor. Pazarlanan portföy hep aynı: Saat, çanta ve bunlara ilgi göstermezseniz son koz olarak masaj.

Shangai ziyaretimizin bizim açımızdan en heyecan verici anısı, bilişim sektörünün efsanelerinden Dr. Leonard Liu ile tanışmamız oldu. Leonard’ın babası, Çan Kay Şek’in kabinesindeymiş. Komünist güçlere yenildikten sonra Taiwan’a kaçmışlar. Leonard, Princeton Üniversitesinde doktora yapmış ve ABD’de kalmış. IBM’de SQL’i yazan ekibin başındaymış, IBM arge birimini kurmuş. Sonra Taiwan’a dönmüş,  Acer ve başka şirketleri yönetmiş. Çin dünyaya açıldıktan sonra da anavatanına dönmüş ve 70’li yaşlarında olmasına rağmen ABD’ye iş yapan bir yazılım şirketi kurmuş, şirketi 1000 kişiye getirmiş. Bu şirketi Çin yazılım endüstrisi için bir okul olarak konumluyor ve Çin’i yazılımda da birinci lige taşımayı hedefliyor. Anladığım kadarıyla Leonard gibi ABD ve Taiwan’da dünya çapında başarı kazanmış pek çok Çinli yönetici, anavatana dönüyor ve bunu milli bir görev olarak algılıyor.

Leonard 75 yaşında, ama bizden genç duruyor maşallah.

Leonard 75 yaşında, ama bizden genç duruyor maşallah.

Leonard ile uzun bir öğlen yemeği yedik, tesadüfen çeşitli ortak noktalarımız olduğunu keşfettik ve Çin bilişim sektörünü belki bir nebze daha anladık. Bu izlenimlerimi dizinin son yazısında paylaşacağım.

Yarın: Beijing ve Son İzlenimler

Çin İzlenimleri – 4: Shenzen – Shangai Uçak Yolculuğu

Schenzen – Shangai uçak yolculuğu, biraz zahmetli, ama bir o kadar da öğretici oldu.

Önce havalimanından başlayayım. Çin’de gittiğimiz dört büyük şehrin her birinin yeni, modern ve çok büyük havalimanları vardı. Schenzen havalimanı bir uçak şeklinde inşa edilmiş. Uçak formunu, binanın üzerine giydirilmiş, alüminyum olduğunu sandığım bir kabuk veriyor. Bu kabuktaki delikler gün ışığının aşağıya ulaşmasını sağlıyor. İç mekânda taşıyıcılar az sayıda ve binanın içinde büyük bir yekpare hacim var.

Schenzen Havalimanı

Schenzen Havalimanı

 

 

 

Schenzen Havalimanı İçi

Schenzen Havalimanı İçi

Havalimanına giderken, Çin’de iç hat uçuşlarında gecikmelerin sık görüldüğünü söylemişlerdi. Ne yazık ki dedikleri gibi oldu. Terminalde üç saat, uçağın içinde iki saat bekledik. Bekleyiş can sıkıcıydı tabii, ama bana kendimce bazı sosyolojik gözlemler yapma şansı verdi. İşte bu gözlemlerin bazıları:

İki saatlik uçuşta beş saat gecikme şaşırtıcı. Ama beni asıl şaşırtan havayolu personeli ve yolcuların davranışları oldu. Gecikmenin nedeni ve süresi ile ilgili kimse bir açıklama yapmadı, özür dilemedi. Daha ilginci, yolculardan kimse durumu sorgulamadı, şikayet etmedi, görevlilere bir şey söylemedi. Bu kabullenmenin altında, Çin’in komünist geçmişi mi, imparatorluk geleneğimi, tevekkül tavsiye eden felsefeleri mi ya da başka bir şey mi yatıyor sorusunun cevabını profesyonel sosyologlara bırakıyorum. 🙂

Peki yolcular uslu uslu beklerken ne yapıyordu? Hemen hepsi, elindeki akıllı telefona gömülmüştü. Tüm dünya akıllı cihazlara bağlanmış durumda, ama ben böyle şey görmedim. Kimse birbiri ile konuşmuyor. Gazete okuyan yok, kitap okuyan az. Uçağın içinde beklerken görebildiğim yolcuların resmini çekmeye çalıştım, abartmadığımı görebilin diye.

airplane

Yolcular ve telefonları

 

Gecikmenin nedenini öğrendiğimde Çin’i biraz daha iyi anladım. Çin’de hava sahasının büyük çoğunluğu askerlerin kontrolündeymiş. Hava sahasının sivil havacılığa açık %25’i hızlı artan hava trafiğine dar geliyormuş. Üstelik, askerler akıllarına estikçe değişiklik yapıyor, açık sektörleri kapatabiliyormuş.

Bu durum, Çin’in devlet kontrollü ve güdümlü modeli için de bir metafor sanki. Günlük hayatta devletin elini görmüyorsunuz, ama arka planda her şeye yön veriyor. Halk da bunu bildiği ve kabullendiği için sesini çıkartmıyor, ya da çıkartamıyor.

Çin devletinin koyduğu sınırları en kolay gördüğünüz yer internet. Facebook yok, Google uygulamaları ve arama motoru yok, WordPress yok, hatta Dropbox yok. Hong Kong, Schenzen ve Shangai’da bunlara VPN yoluyla erişiyordum. Başkente gelince, VPN trafiği de engellendi. İşte blog yazımı geç yayınlamamın nedeni de budur. 🙂

Yarın: Shangai

Çin İzlenimleri – 3: Çinli Bir Bilgi Teknolojisi Üreticisi

Schenzen’deki günümüzü Çin’in büyük bir bilgi teknolojisi üreticisi ile geçirdik. Çinliler, bilgi teknolojisinde çok gerilerden geldiler. İlk adımları, Batı menşeli ürünlere “benzeterek” ürün geliştirme oldu. Bu “benzetme” işini abarttıkları için birçok fikri mülkiyet davası açıldı, bir kısmını kaybettiler. Zaman içinde bir sonraki aşamaya geçmeyi ve kendi tasarımlarını yapmayı başardılar. Artık, öncü ürünler yaratan, dünya pazarının önemli bölümünü elde tutan konumdalar.

Ölçekler burada da şaşırtıcı: ziyaret ettiğimiz kampüste 70,000 çalışan var.  Büyüklüğü 400 futbol sahası kadar. Kampüs özenle tasarlanmış – ABD şirketlerinin yeşillikler içindeki kampüslerinden aşağı kalır yanı yok. Binalar farklı tarzlarda tasarlanmış. Kendi hastaneleri, spor salonları, misafirhaneleri ve 3,000 çalışan için lojmanları var. 5 yıldızlı bir otelin inşaatına da başlamışlar. Kampüsün bazı köşeleri gerçekten güzel ve huzur verici.

Kampüsten bir görünüm

Kampüsten bir görünüm

Bizimki gibi ziyaretleri, müşteri/çözüm ortağı ilişkilerinin önemli bir parçası olarak görüyorlar ve iyi hazırlanmışlar. Bu amaca yönelik şık binaları, özel yemek salonları, farklı seviyelerde brifing verdikleri sergi alanları, toplantı odaları var. İngilizce konuşan genç bir çalışanlarını bize mihmandar olarak atamışlardı. Tüm gün boyunca bizimle oldu, her ihtiyacımızla ilgilendi. Bir program dahilinde, ilgilendiğimiz konularla ilgili uzmanlar ve yöneticiler bilgi verdiler.

Mihmandarımız James ile

Mihmandarımız James ile

Çalışanların çok büyük bölümü Çinli olsa da, uluslararası bir şirket olmayı başarmışlar. Yönetim kademeleri de dahil, farklı görevlerde çalışan yabancı uzmanlar var. “Benzetmeci” günleri geride bırakmak için araştırma geliştirmeye büyük önem veriyorlar ve kampüsteki 70,000 kişinin on küsur bini araştırmacı. Tasarladıkları ürünlerin rakiplerinden aşağı kalır yanı yok. Artık fiyatla değil, ürün özellikleri ile rekabet etmeye çalışıyorlar.

Ana kampüsten sonra, Schenzen’in bir saat dışında farklı bir şehirdeki üretim tesislerini gezdirdiler. Guangdong adındaki bu şehir bir üretim merkezi olarak gelişmiş. Çok sayıda şirketin fabrikası burada yer alıyor.

Üretim tesislerinin de devasa büyüklükte olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Biz tesisi bir araya getiren birçok fabrikadan birini gezdik.  Fabrika düzenli, temiz ve modern anlayışa göre tasarlanmıştı. Pek haz etmedikleri Japon’ların yalın üretim prensiplerini benimsemekte sakınca görmemişler. Toyota’nın eski bir yöneticisinden danışmanlık alıyorlarmış. Herhalde dünya kamuoyunda Çin fabrikalarındaki çalışma koşulları ile ilgili çok olumsuz haber yer aldığı için, çalışan mutluluğuna verdikleri önemi özellikle vurguladılar.

Fabrikada çok farklı veya ileri üretim teknikleri göze çarpmıyor. Üretim hatlarının çoğu batılı üreticiler tarafından sağlanmış. On küsur sene önce Türkiye’de Teletaş’taki üretimden daha farklı, daha ileri fazla bir şey görmedim.

Peki Çinlilerin teknolojideki başarı öyküsünden biz kendimize ders çıkartabilir miyiz?

  • Çin’in başarı öykülerinin ardında devlet var. Devlet kararlı davranmış, stratejik alanları belirlemiş, başarı için gerekli koşulları hazırlamış. Çin’in devlet güdümlü ekonomik modelini uygulamadan da ülke seviyesinde strateji oluşturmanın ve bu strateji ile uyumlu adımlar atmanın mümkün ve gerekli olduğuna inanıyorum.
  • Çinliler uzun vadeli ve büyük ölçekli bir vizyonla hareket etmişler ve bu yolda sabırla, fedakarlıkla yürümüşler. Güçlü sermaye yapıları, hissedarların kısa vadeli kar beklentileri ile uğraşmak zorunda olmamaları, belki de dünyaya bakış biçimleri onlara bu imkânı vermiş. Dünya çapında hedeflere koşacaksak, biz de uzun vadeli bakabilmeli, kısa vadede fedakarlık yapabilmeliyiz.
  • Çıkartılabilecek bir ders de, teknoloji oyununun dünyada artık farklı bir ölçekte oynanmakta olduğu ve bu oyuna bu noktada dahil olmanın o kadar da kolay olmadığı. Bir tarafta temel teknolojileri elde tutan Amerikalılar, bir taraftan yılda yüzbinlerce yeni mezun üreten Çin, Hindistan gibi ülkeler. Türkiye teknolojide başarı sahibi olacaksa, gücümüzü çok iyi seçilmiş az sayıda alana odaklamak zorundayız.

Yazımı son bir gözlem ile bitireyim: Çin, teknolojik ürünlerin tasarım ve üretiminde günü yakalamayı başarmış. Ancak, önünde hala bir adım var, o da yeni kavramlar ortaya koyabilmek, bir sonraki teknoloji dalgasını yaratabilmek. Bu seviye hala Batının hakimiyetinde; ama Çin bu kararlılıkla  kendisini oraya da taşıyacak.

Bu yazımı iki gün gecikmeyle, Türkiye’ye döndükten sonra yayınlayabiliyorum. Nedenin açıklaması, bir sonraki yazımda.

Yarın: Shenzen – Shangai Uçak Yolculuğu

Çin İzlenimleri – 2: Schenzen

Schenzen

Schenzen

Hong Kong’dan akşam saatlerinde karayoluyla Anakıta Çin’e – Hong Kong’a yaklaşık bir saat mesafedeki Schenzen’e – geçtik.

Hong Kong artık Çin’e dahil olmasına rağmen, özel statüsünden dolayı Hong Kong’dan Çin’e geçiş farklı bir ülkeye giriş gibi. Önce Hong Kong’dan çıkış yapılıyor, sonra Çin’in pasaport ve gümrük kontrolünden geçiliyor.

Çin, benim çocukluğum ve gençliğimde kapalı, komünist bir ülkeydi. Devir o kadar değişmiş ki, eski zamanların fotoğraflarını (üniformalı bir halk, tarlalarda çalışan saz şapkalı köylüler) hatırlatacak hiçbir görüntü yok etrafta. Hong Kong’dan Schenzen’e giden geniş ve bakımlı otobanın iki yanında ormanlar ve ara ara modern bina grupları var.

Schenzen’e 20:00 sularında girdik ve meşhur Schenzen trafiği ile tanıştık. Şehirde 20 milyon kişi yaşıyor ve ulaşım sistemleri oldukça gelişmiş olmasına rağmen işe gidip gelmek İstanbul’u aratacak bir uğraş. Trafikte uzun kuyruklar var, ışıklarda dakikalarca bekleniyor.

Schenzen, Dubai gibi mucize bir şehir. 30 yılda bir köyden 20 milyonluk modern şehre dönüşmüş.  Çinliler bunu bölgeye özel ekonomik statü vererek sağlamışlar. Herhalde dünyaya açılması kolay olsun diye Hong Kong’un bitişiğine inşa etmişler. Yabancı yatırıma izin vermişler, teşvikler uygulamışlar.  Ve şehir, yoktan var olmuş.

Tabii şehrin gerek nüfusu, gerekse ekonomik ölçeği Dubai’nin çok üzerinde. Her taraf büyük binalar, şirketlerin kampüsleri ile dolu. Asya’nın en yüksek, dünyanın ikinci yüksek gökdeleni inşa halinde. Çinliler inşaatta çok hızlılar. İki haftada altmış kat çıkılan binalar varmış. Şehrin birden fazla merkezi var. İnsanlar 5-6 gökdelenden oluşan toplu konutlarda yaşıyorlar daha çok. Modern alışveriş merkezleri, tanıdığımız tüm dünya markalarını içeriyor ve İstanbul’daki, Dubai’deki alışveriş merkezlerin aşağı kalır yanları yok.

Şehir, modern, büyük, çok temiz ve çok yeşil, ama bir ruhunun olduğunu söylemek zor. Her yerde evrensel bir modern mimari anlayışıyla yapılmış büyük binalar var, başka da pek bir şey yok. Çin kültürüne ait izlerin eksikliğini bir nebze olsun giderebilmek için bizdeki Miniatürk benzeri büyük bir park yapmışlar, yabancı ziyaretçilere orayı gezdiriyorlar.

Schenzen nüfusunun çoğunluğunu şehre göçmen olarak gelmiş genç insanlar oluşturuyor. Eğitim düzeyleri ve göreceli olarak gelir düzeyleri yüksek. Buraya gelmek için İngilizce şart diyorlar. Hayat pahalı, ev sahibi olmak – aslında sahip olmaktan ziyade devletten uzun süreli kiralama söz konusu – çok zor. Bu şehirde üretimin bir maliyet avantajı olduğunu söylemek kolay değil.

Anakıta Çin’deki ilk günümde bana en çarpıcı gelen neydi diye sorarsanız, her şeyin ne kadar tanıdık olduğuydu derim. Evet, dev bir şehir; evet, etraftaki herkes Çinli. Ama çevreye baktığınızda gördüğünüz her kare, dünyanın başka herhangi bir büyük şehrin modern bölgelerinden birinde yer alabilir, batılı güncel kıyafetler içerisindeki insanlar, çekik gözleri hesaba katmazsanız, her milletten olabilir.

Yarın: Çinli Bir Bilgi Teknolojisi Üreticisi

Çin Seyahati İzlenimleri – 1: Hong Kong

HongKong2

Yakın planda Hong Kong, uzakta Kowloon

 

Hong Kong'un Star Ferry'leri İstanbul'u hatırlatıyor.
Hong Kong’un Star Ferry’leri İstanbul’u Hatırlatıyor.

İlk defa Çin’e geliyorum. Bir hafta boyunca, İnnova’nın diğer kurucusu ve yöneticisi arkadaşım Ümit Atalay ile birlikte dört şehir gezeceğiz ve temaslarda bulunacağız.  Bu gezi, bana dünyanın en büyük ekonomisi olmak üzere olan Çin’i biraz daha iyi anlama imkanı verecek diye umuyorum.  İzlenimlerimi birkaç blog yazısında paylaşmayı planlıyorum.  İlk durak Hong Kong.

Hong Kong’da yaklaşık 24 saat kaldım. 1100km2 alanda 7 küsur milyon insan.  Bu dar alanın çoğu dağlık. Hong Kong adası ve karşısında anakaradaki Kowloon’da yerleşim, su ve dağ arasına sıkışmış gökdelenlerden oluşuyor.  Binalar yüksek ve dar; şehre farklı bir süluet veriyorlar.

Hong Kong, dünyanın en derin ve işlek limanı, aynı zamanda dünyanın en önemli finansal ve lojistik merkezlerinden biri. 150 yıllık İngiliz sömürge geçmişinin göze görülür izleri sınırlı: Soldan akan trafik, bazı kolonyal binalar, çift dilli tabelalar. Sokaklardaki halkın neredeyse tamamı Çinli. İngilizce bilen az, onların da söylediğini anlamak kolay değil.

Hong Kong’da büyük zenginlik var. Zenginleşme 1970’lerde, bölgenin ucuz üretim potansiyelinin keşfedilmesi ile başlıyor.  Yaşı uygun olanlar hatırlayacaklardır: Made In China’dan önce Made In Hong Kong tekstil, plastik, oyuncak, vb vardı.  70’lerin sonunda Çin yavaş yavaş dünyaya açılmaya başlıyor ve Hong Kong’un liman ve finans merkezi rolü ön plana çıkıyor.  Üretim maliyetleri rekabetçiliğini kaybediyor ve hızla hizmet ekonomisine geçiliyor. Bugün şehri gezdiğinizde eskinin kötü koşullu, derme çatma fabrikalarını değil, lüks, ışıl ışıl iş ve alışveriş merkezlerini görüyorsunuz.  Bankalar,  danışmanlık, bilişim ve diğer uluslararası şirketler, Hong Kong’u mesken tutmuş.

İngilizlerin Hong Kong’u 1997’de Çin’e iade etmeleri, Hong Kong açısından olduğu kadar, İngiliz İmparatorluğunun son kalıntısının bitmesi açısından da önemli. Sonrasında Çin ile sürtüşmeler ve salgın hastalık gibi sebepler işler bir müddet kötüye gitmiş, ama son yıllarda toparlamışlar.  1970-80’lerin sınırsız kapitalizmi üç aşağı beş yukarı hala deva ediyor.  Dünyada en yüksek gelir eşitsizliğinin Hong Kong’da olduğunu da ekleyeyim.

Hong Kong’lu kendisini Hong Kong’lu olarak görüyormuş, Çin’li olarak değil. Çin, Hong Kong’a vermiş olduğu özerk statüyü eğip bükmeye çalıştığında büyük tepki oluşuyor; geçen yılki olayları televizyonlardan izledik.

Şehrin iki yakalı oluşu, İstanbul’lulara Boğaz’ı hatırlatıyor ister istemez. İki yaka arasında çalışan küçük yolcu gemileri de Boğaz’ın emektar vapurlarının minyatür kopyalarını andırıyor.  İstanbul ile temel bir fark: Arazi bu kadar az ve kısıtlı olmasına rağmen, büyük bölümünü doğal doku olan yağmur ormanlarına bırakmışlar.  Bizim bilmediğimiz bir şey biliyor olabilirler mi? 🙂

İklimin belirgin özelliği nem ve yağmur. Sıcaklık fazla değil. Dünyaya açılan Çin’e yakınlık, tarihi konumu, derin limanı ve gelinmiş olan gelişmişlik düzeyi, okyanusta şirin bir ada olmaktan öteye geçmezdi herhalde.

Alışverişe özellikle meraklı değilseniz, turistik amaçlı bir kalışın 1-2 günden uzun olmasına çok gerek yok gibi.  İki günde köşe bucak gezersiniz sanıyorum.  Biraz uzak mesafede plajları, parkları, bir de dev Buda heykelleri varmış.  Bunları da görmek isterseniz, 1-2 gün daha.

Yaşam biçimi batılı, standartlar yüksek. Uzak doğu mutfaklarına meraklıysanız yemekler güzel. Ama etrafta bu kadar çok Çin’li, tabelalarda Çince yazılar ve üzerinize yapışan nem olmasa, kendinizi dünyanın herhangi bir gökdelen ormanında sanabilirsiniz.

Yarın: Anakıta Çin ve Schenzen