Çin’de son durağımız başkent Beijing, ya da eskiden bildiğimiz adıyla Pekin. Beijing de 20 milyon nüfuslu dev bir şehir. Merkezden dışa doğru beş çevre yolu var. Bizi hava kirliliği konusunda uyarmışlardı, ama herhalde mevsim nedeniyle, hava temizdi. Çin’in kuzeyine doğru gittikçe iklim daha ılıman hale geliyor, güneyin nemli, yarı-tropik iklimi yerini Türkiye’yi andıran bir iklime bırakıyor.
Beijing, gördüğümüz dört şehir arasında en Çinlisi. Şehrin merkezinde yer alan imparatorun sarayı Yasak Şehir gerçekten görkemli. Yerleşimi Topkapı Sarayını andırıyor, yapılış yılları da benzer. Yasak Şehrin tasarımında güvenlik birinci öncelikmiş: suikastçılar arkasında saklanmasın diye bitki yok; tünel kazmasınlar diye avlularda sekiz kat yer döşemesi var.
Yasak Şehir, bir-iki katlı binalardan oluşan eski mahalleler ile çevrili. Bina yüksekliklerini sınırlayarak bu bölgeyi korumuşlar. Binaların neredeyse tümü dükkanlara, cafe’lere dönüştürülmüş. Sokaklar kalabalık. Dükkanların bir kısmı modern ve şık tasarımlı.
Gösterilere ve katliamlara sahne olan Tianenmen meydanı Yasak Şehrin yanı başında. Çevresinde Sovyet mimarisinde yapılmış büyük kamu binaları var. Potansiyel göstericileri engellemek için, meydana erişim yolları barikatlarla sınırlanmış. Şoförümüz, yavaş gitme talebimizi, polis tarafından yanlış anlaşılabilir diye red etti.
Çin’e gidince Çin Seddini görmeden olmaz. Yeterince resmini görmüşsünüzdür; gerçekten görmeye değer olduğunu ve basamakları tırmanmak için sağlam kalp ve diz gerektiğini söylemenin dışında bir şey eklemeyeceğim.
Beijing’de bizi May adında, yirmili yaşlarda bir rehber gezdirdi. May, zeki ve sevimli bir kızdı, İngilizcesi de iyiydi. Yeri gelmişken söyleyeyim: Beijing’de rehber ihtiyacınız olursa temas bilgilerini benden alabilirsiniz.
May, üniversitede rehberlik okumuş. Yol boyunca sohbet ettik, bu sayede Çinlileri, özellikle de gençleri, biraz daha yakından tanıma fırsatı bulduk. May, doğduğu şehirden ve ailesinden on saat uzakta. Doğduğu küçük şehirde turist rehberine ihtiyaç olmadığı için başkente gelmiş. Erkek arkadaşı da, yine on saat uzakta bir başka şehirde yaşıyor. Nüfus bu anlamda mobil, iş neredeyse oraya gidiyor.
May’den, Çin’in tek çocuk yasasının düşündüğüm kadar katı olmadığını öğrendim. Birden fazla çocuk için gelir düzeyine göre ceza ödeniyor. Herhalde o kadar yüksek bir ceza değil ki, May’in de, erkek arkadaşının da birer kardeşi varmış. Çin, nüfusu gençleştirmek için yakın zamanda yasayı daha da gevşetti: Eşlerin ikisi de tek çocuksa, iki çocuk yapmaları serbest.
Gençlerin evrensel kaygıları Çin’de de aynı: May, ev sahibi olmanın zorluğundan, hatta imkansızlığından söz ediyor. Ev ve diğer geçim kaygıları evlenme yaşını 30’lara yükseltmiş. Değişik mesleklerin gelir düzeylerini sorduk, epey detaylı bilgi aldık. Anlaşılıyor ki Çin’de ücretler eskisi gibi değil. İş gücü hala Türkiye’den ucuz, ama aradaki fark eskisi gibi üç-beş kat değil, belki %20-30.
May bizi öğlen yemeği için Çinli ailelerin gittiği bir lokantaya götürdü. Pek çok kişiden Çin’de yemekleri yemekte zorlandığını, Çin’deki yemeklerin bizim Çin lokantalarına benzemediğini duymuştum. Biz pek zorluk çekmedik. Gerek bu halk tipi lokantada, gerekse otellerin daha lüks restoranlarında yiyecek yemek bulduk. Otellerde genellikle bir Çin, bir de Avrupa restoranı olduğunu da ekleyeyim ki kimsenin gözü korkmasın.
Bu yazı dizisini, Çin ile ilgili bazı genel izlenimlerle bitirmek istiyorum:
- Çin, dev ölçeği ve yükselen ekonomisiyle bir süper güç. Kararlılıklarını korurlarsa yakında dünyanın en büyük ekonomisi olacakları ve ABD ile her alanda başa baş rekabet edebilecekleri kesin. Dünya hızla iki kutuplu bir yapıya evrilecek.
- Çin, devletçi. Devletin varlığı, şirketlerdeki kontrolünden internetteki sansüre, her yerde kendini belli ediyor. Bu bir açıdan avantaj: Son dönemde devlet yöneticileri iyi bir planlama ile büyük kalkınma sağlamışlar. Dezavantajlar ve riskler de sanıyorum aşikar.
- Çin, en azından büyük şehirleri, küreselleşmiş. Batıdaki bir metropolde ne varsa burada da var. Öyle ki, pek çok yerde Çin’de olduğunuza dair tek gösterge etrafınızdaki Çinlilerin sayısı.
- Tüm bu küreselleşmeye karşın, kültürü farklı. Bir Avrupalı, Amerikalı, ya da Arap’la da aramızda kültürel anlamda mesafe var; ama Çinli ile bu mesafe epeyce daha fazla.
- İletişim önemli sorun. Çat pat da olsa dil bilen sayısı çok az. Dil ve yazının farklılığı batı dillerini öğrenmeyi çok zorlaştırıyor anlaşılan. Otel restoranında garsonların üçte ikisi, su istediğinizi dahi anlayamıyor.
- Çin’in dünyada, özellikle de Amerika’da, büyük bir diasporası var. En üst düzeyde eğitilmiş, tecrübe kazanmış Çinliler anavatana dönüyorlar.
- Çin teknoloji üretiminde günü yakalamış, ama bir sonraki dalgayı yaratacak noktada değil henüz. Yakında o aşamaya da gelecektir.
- Teknoloji alanında Çin ile iş yapmanın kolay yolu, Çin mallarını ithal edip satmak ve hizmetini vermek. Çin’e mal satmak da mümkün tabii, ama gerçekçi olmak gerekirse, ancak iyi seçilmiş niş alanlarda fırsat olabilir. Burada da Çinli iş ortakları ile ilerlemek en mantıklısı.
İki saptama ile bitireceğim:
- Çin seyahatinde, dünyanın ne kadar büyük bir hızla ilerlediğini, ülkeler arası rekabetin ne kadar keskinleştiğini bir kez daha gördüm. Yeni dünya düzeninde kendimize yer bulabilmek için, çok net tanımlanmış katma değer sahibi olmamız lazım. Önümüzde yapmamız gereken çok ödev var. Kapılmamış kapıları, nerede fark yaratabileceğimizi iyi saptamamız, kaynaklarımızı odaklamamız şart.
- Çin, önemli. Ülke olarak, kurum olarak, birey olarak, dünyayı doğru okuyabilmek için, Çin’i daha yakından tanınamaya, anlamaya çalışmamız gerekli.
Tüm okurlarıma güzel Çin seyahatleri dilerim.