Stratejik Planlama Üzerine

Blogumun tüm okurlarının – hadi iflah olmaz aykırıları bir kenara bırakalım, çoğunun – stratejik planlamanın yararı konusunda hemfikir olacağına inanıyorum.   Ne yazık ki Stratejik Planlama biraz diş ipi kullanımına benziyor: Yararına inananların sayısı, uygulayanların sayısından çok daha fazla.

Büyük kuruluşlarda Strateji bölümleri var.  Pazarı ve koşulları araştırıyor, geleceğe yönelik tahminler oluşturuyor ve bazen senaryolar da kullanarak kurumun uzun vadeli hedeflerini ve bu hedeflere ulaşabilmek için stratejilerini tasarlıyorlar; genellikle de bunları şirketin tümünü kapsayan bir süreç dahilinde yapmaya çalışıyorlar.  Maaşını bu faaliyeti yerine getirmek için alan kadrolara sahip olmayan küçük işletmelerde işler daha çetrefilli:   Patronun kafasında bir strateji illa ki var, ama bu strateji  pek çok zaman üzerinde fazlaca düşünülmüş, sorgulanmış, başkalarının katkısı alınmış ve paylaşılmış değil.

Her iki durumda da stratejinin gerçeklerden ve şirketin günlük yaşamından kopuk olması riski var.  Kurumsal örnekte sürecinin resmiliği, küçük örnekte de süreç olmayışı etkin planlamanın önünde potansiyel engeller.

Büyük kuruluşların kendi doğrularını bulmak için yeterince kaynakları olduğuna göre, benim önerilerim daha çok küçük işletmelere:

  • Şirketin potansiyelini gerçekleyebilmesi için dönemsel stratejik planlama mutlaka yapılmalı. Her yılbaşından önce, ya da daha iyisi bütçe dönemi öncesinde.
  • Her konuda olduğu gibi, stratejik planlamada da ne kadar yazıp çizerseniz süreç o kadar verimli olur.
  • Kullanılabilecek enn basit ve etkili yöntem, okurlarımın bildiğine ve tecrübe ettiğine inandığım SWOT analizi. Şirketinizin güçlü ve zayıf yönlerini, önünüzdeki tehdit ve fırsatları düşünün.  Tekrar, tekrar düşünün.  Yaratıcı olun ve kendinizi kısıtlamayın, ama odaklı olmaya özen gösterin.   Altın fiyatlarının düşmesinin bir fırsat yarattığını düşünüyor olabilirsiniz, ama konfeksiyon atelyenizin stratejik planını yaparken aramanız gereken fırsat bu değil. 🙂
  • Katılımcı bir süreç yürütün. Yönetiminizi,  vizyonu olan – ya da vizyonunu geliştirmek istediğiniz – çalışanlarınızı, deneyiminden yararlanabileceğiniz ve güvendiğiniz kişileri dahil edin.  Şirket dışı bir mekânda bir günlük bir toplantı düzenlemek bir fikir olabilir.  Özellikle ilk seferinde profesyonel destek almayı da düşünebilirsiniz.
  • Ve bence en önemlisi: Stratejileri somut aksiyonlara indirgeyin, bu aksiyonların kişi bazında sorumlularını belirleyin ve takip edin. Stratejik planlama entelektüel bir egzersiz olarak her koşulda yararlı, ama işinize etki etmesini istiyorsanız aksiyona dönüştürmelisiniz.
  • Stratejinin ana hatlarını olabildiğince geniş bir kitleyle, anlaşılır bir dilde paylaşın.
  • Ara sıra planınıza bir bakın: Ne düşünmüşsünüz, ne planlamışsınız, gerçekleşmeler nasıl olmuş?  Bu gözden geçirmeyi formelleştirebilirseniz, daha da iyi.
  • Plana körü koruna bağlı kalmayın. Şartlar değişir, planlar da.  Dönemsel olarak yeniden planlama yapmanın altındaki neden de bu zaten.
  • Süreçten öğrenin, seneye daha iyisini yapın.

Stratejik planlamaya ilişkin meramımı, Churchill’in “Planların önemi çok azdır; ama planlama vazgeçilmezdir.” sözüyle, bizim buralardan “Fala inanma, falsız da kalma”yı çaprazlayarak özetleyeyim: Stratejik plana bağlanma, stratejik plansız da kalma!

Nicholas Negroponte’den Geleceğin 30 Yıllık Tarihi

916b709d600db97cc67aa7e984c88b011dcb561f_2400x1800MIT Profesörü Negroponte, bilgisayarların günlük yaşamımıza gireceğini on yıllar önce gören, bugün sıradan saydığımız pek çok uygulamanın ilk prototiplerini hayata geçiren gerçek bir vizyoner.  Bu TED konuşmasında bazı öngörüleri ne kadar erken tarihte yaptığını izledikten sonra, konuşmanın en sonunda paylaştığı öngörü o kadar da hayalci gelmiyor.

Konuşmayı aşağıdaki link’ten izleyebilirsiniz:

Nicholas Negroponte: A 30 Year History of the Future

Hangi Çalışanlara Yatırım Yapmalı?

Bilginin, yaratıcılığın ve yenilikçiliğin rekabet için önkoşul olduğu günümüz ekonomisinde şirketlerin en değerli varlıklarının çalışanları olduğunu sık sık duyuyoruz.   Gerçekten de, tepe yönetimden mavi yakalılara kadar her seviyede “doğru” çalışanlara sahip olmak başarı getiriyor.

Biliyoruz ki, hepsi değerli olan çalışanların bazıları diğerlerinden daha değerli.  İyi de, hangileri? Küçük bir şirkette bu sorunun cevabını bulmak fazla zor değil, ama şirket büyüdükçe, şirketin geleceğini oluşturacak çalışanları saptayabilmek için bir modele ve yönteme ihtiyaç var.

Bu noktada genellikle performans yönetim sistemleri gündeme geliyor.  Becerileri ve performansları yüksek çalışanlar otomatik olarak daha değerli olarak algılanıyor kariyer yatırımları bu elemanlarda yoğunlaşıyor.

Bu yaklaşımda gördüğüm ama formüle etmekte zorlandığım eksikliği, aşağıda link’ini verdiğim makale çok güzel tamamlamış:  Şirketi geleceğe taşıyacak elemanlarda aranacak birincil özellik performansları değil, şirket vizyonunu ve değerlerini ne ölçüde paylaştıkları.

Aşağıdaki kategorizasyon, yatırım yapacağınız elemanları saptayabilmeniz için gerekli çerçeveyi çiziyor.

w640

  • Şirket vizyonunu ve değerlerini paylaşan çalışanların becerileri de yüksekse, bunlar geleceğin liderleri.  Onlara yatırım yapın, geleceği onlar üzerine planlayın.
  • Becerileri yüksek, ama vizyonunuzu ve değerlerinizi paylaşmayan çalışanlarınız da sizin için değerli, ama bu grup sizinle uzun süre kalmayacak.  Kısa vadeli hedefler ve ödüllerle, alabileceğiniz en fazla katkıyı almaya çalışın.  Makalede bu gruba “Paralı Askerler” adı verilmiş, biraz acımasızca.
  • Asıl dikkat edilmesi gereken grup, vizyonunuzu paylaşmasına rağmen becerisi ya da performansı yüksek olmayanlar.  Bu takım oyuncularını göz ardı etme hatasına düşmeyin.   Şirkete bağlı, sizinle aynı vizyonu ve değerleri paylaşan insanları bulmak kolay değil.  Beceri eksiklikleri ise eğitimle giderilebilir ya da azaltılabilir.
  • Bu üç kategorinin dışında kalanlar, yani vizyonu paylaşmayan çalışanların becerisi düşük olanları ile yollarınızı ne kadar erken ayırabilirseniz, herkes için o kadar iyi.

Benim görüşüm, yüksek performanslı bireyleri kısa vadeli olarak kategorize ederken çok acele etmemek yönünde.  Özellikle gençlere, şirket vizyonunu, değerlerini benimsetmek için her türlü çabayı sarf etmek gerek.

Makalenin tamamı aşağıdaki linkte.  Başlığı ve asıl teması biraz farklı; anlattığım konulara sonlara doğru geliniyor.

WARNING: Vision & Values Can Kill Your Company

Kobiler için Teşvikler

Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından hazırlanmış olan ve teşviklerle ilgili oldukça kapsamlı bilgi içeren bu yayın, Kobilerin yararlanabileceği pek çok imkanı tek bir dokümanda toplaması açısından çok yararlı.

Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://www.timakademi2023.org/wp-content/themes/a23/docs/KOBILER-ICIN-TESVIKLER-2013-ilanli-kitap2.pdf

Yves Morieux: As work gets more complex, 6 rules to simplify

Yöneticiler, karmaşıklaşan pazar koşullarına; yeni kural ve süreçler belirleyerek, organizasyona yeni katmanlar ekleyerek cevap veriyorlar.  Bu çabalar çoğu zaman istenilen verimliliği sağlayamadığı gibi, çalışanları da memnuniyetsiz kılıyor.

BCG danışmanlık firması ortağı Yves Morieux, ektekiTED konuşmasında farklı bir yaklaşım öneriyor.  Ben fikirlerini kendi tecrübemle uyumlu buldum.  Bakalım siz ne düşüneceksiniz?

Yves Morieux: As work gets more complex, 6 rules to simplify

Büyük Veriden Önce, “Küçük” Verilerinizi Değerlendirin

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Büyük Veri başlıklı yazımda anlatmaya çalıştığım gibi, teknolojide önemli eğilimlerden biri, miktarı, çeşitliliği ve üretim hızı çok yüksek olan verinin saklanması, işlenmesi ve aksiyona dönüştürülmesini ifade eden Büyük Veri kavramı.

Büyük Veri teknolojisi, göz ardı ettiğimiz ya da geçmişte teknoloji yeterli olmadığı için göz ardı etmek zorunda kaldığımız veriden anlam ve değer üretiyor.  Özellikle internet şirketleri ve büyük kuruluşlar için öncelikli bir rekabet alanı olduğu için, Büyük Veri basının ve teknoloji sağlayıcılarının gündeminde.  Her şirketin bu teknolojilerin sunduğu fırsatları nasıl değerlendirebileceğini araştırması önemli olsa da, Büyük Veriye yönelik vaatlerin heyecanına kapılmadan önce bir nefeslenmek ve bu yeni okyanusa yelken açmadan, kendi limanımızdaki imkanları değerlendirdiğimizden emin olmak gerek.

Hemen her şirketin bilgi sistemleri değerlendirilmeyi bekleyen “küçük” verilerle dolu.  Stok miktarları, cari hesaplar, müşteri kârlılıkları, ürün satış adetleri, üretim raporları, tedarikçi faturaları,…. Liste uzayıp gidiyor.  Bu verilerin bir kısmı kolayca raporlanıp iş kararlarına katkıda bulunabilir, bir kısmı ise raporlanmalarına rağmen doğru dürüst kullanılmamakta.

Kurumun, elindeki -küçük ya da büyük- veriyi değerlendirebilmesi için bir kültür değişimine ihtiyaç var.  Veri temelli yönetim ve veri temelli karar alma kazanılan bir alışkanlık.  Bir karar alırken uyguladığınız yönteme daha yakından bakın: Karara yönelik objektif ve yeterli veri toplayarak mı başlıyorsunuz, yoksa hislerinize, duyumlarınıza göre mi karar veriyorsunuz?

Veri temelli kültür oluşturabilmenin koşulları var:  Öncelikle, veriniz güvenilir ve tekil olmalı.  Raporlardaki verinin doğruluğuna kimse inanmıyorsa, ya da bendeki veri yan ofisteki arkadaşımın elindeki veriden farklıysa bir sorunumuz var.  Benim görüşüm, önceliğin verinin tekilliğinin sağlanmasında olduğu yönünde.  Herkes aynı veriye bakıyor ve bu veriye göre değerlendirme yapıyorsa, verinin kalitesinin yükselmesi için gerekli adımlar nasıl olsa atılacaktır.

Veriyi tekilleştirdikten sonra ikinci önemli adım erişilebilir kılmak ve özellikle günlük hayatlarında veriyi üretenlere geri bildirim sağlamak.  Hangi müşterilere yüksek oranda satış yaptığını satıcıya, depodaki fire oranını depocuya hızlı geri döndürebilirsek, onlara davranışlarını iyileştirme imkanı vermiş oluruz.

Gözden kaçırmamamız gereken diğer koşul da, çalışanlardan beklentiyi ve başarısının hangi veriye dayalı olarak nasıl ölçüleceğini net olarak ortaya koymak ve anlaşılmasını sağlamak.  Nihai amacımız, tüm verinin tutarlı olduğu, herkesin kendisi ilgilendiren veriye yeterli hızda eriştiği ve bu veri baz alınarak açık bir şekilde değerlendirildiği bir ortam yaratmak.

Pek çok kuruluş için, bilgi sistemlerinde zaten mevcut olan verileri bu şekilde etkin kullanmanın iş sonuçlarına hızlı geri dönüş sağlayacağına ve büyük veriden yarar elde edilmek için gerekli kültürü oluşturacağına inanıyorum.

Başarıya Ulaşmak İçin Bu Basit Soruyu Sorun

Toplantı uzun sürdü, ama buna değdi. Konular tüm açılardan ele alındı. Her şey konuşuldu, herkes görüşünü söyledi. Toplantı bittiğine göre, bir an önce masanıza koşun. Yapacak bir sürü işiniz var, günün yarısı da toplantıda geçti gitti. Artık sizi bekleyen başka konulara, sorunlara dönebilirsiniz. Sahi, toplantıda neler konuşulmuştu? Hatırlayan var mı?

Şirketin değerli insan kaynaklarının zamanını, yapılan analizleri, yaratıcı fikirleri, üretilen çözümleri çöpe atmak istemiyorsanız, toplantıyı bitirmeden kritik soruyu sorun: “Bundan sonraki adım ne?”

Getting Things Done sistemi ile ilgili yazı dizimi okuyanlar “sıradaki görev” (next action) kavramını hatırlayacaklardır. Sonuç istiyorsanız, aksiyon alacaksınız. Alınacak aksiyonu belirlemek için de, “bundan sonraki adım ne?” sorusunu soracaksınız.

Bu sorunun tamamlayıcıları da var: Bundan sonraki adımı tarif eden aksiyon ya da aksiyonlar ne zamana kadar alınmalı? Bunlardan kimler sorumlu? Aksiyon için hedeflenen zaman geldiğinde tamamlanıp tamamlanmadığını nereden bileceğiz? Şimdi kararlaştırdığımız aksiyonlar tamamlanınca ne olacak, ne yapacağız? Toplantıların heba olup gitmemesi için bu soruları sormanız, dokümante etmeniz ve katılımcılara yazılı olarak – belki bir elektronik posta ile – bildirmeniz gerekir.

“Bundan sonraki adım ne?” sorusunu toplantılarla sınırlamayın. Tek başınıza yaptığınız çalışmalardan verim almak için de aksiyonları belirlemeyi, bir takvime bağlamayı ve takip etmeyi alışkanlık edinin. Etkinliğinizin katlandığını göreceksiniz.

Türk Bilişim Sektörünün – ve Türkiye’nin – Önündeki Fırsat KOBİ’ler

Türk Bilişim sektörünün ekonomimizin hacmi ile orantısız seviyede küçük olduğu, özellikle yazılım ve hizmet gelirlerinin gelişmiş ülkelerin çok altında olduğu yıllardır konuşulur durur.  Gerçekten de, Türkiye’de kişi başına düşen bilişim harcaması gelişmiş ülkelerin onda biri mertebesinde.  Asıl katma değerin yer aldığı yazılım ve hizmet segmentlerinin Türk pazarının sadece %25’ini kapsadığı da (gelişmiş ülkelerde %60) dikkate alındığında,katetmemiz gereken mesafenin ne kadar büyük olduğu kolayca anlaşılır sanıyorum.

Hızla kapatmamız gereken bu uçurumu oluşturan faktörler arasında belki en belirleyici olanın, KOBİ’lerdeki bilişim kullanımı eksikliği olduğunu düşünüyorum.

KOBİ’ler, Türk ekonomisinde büyük bir yer tutuyor ve bilişim harcamaları da bir o kadar düşük.  OECD raporlarına göre, Türkiye’de 3 milyonu aşkın işletme var.  Bu işletmelerden yalnızca 20 küsur bini 500’den fazla çalışana sahip.  100 kişiden fazla çalıştıran işletme sayısı ise 500 bin civarında.   Türkiye’de Orta/Büyük ölçekli şirketlerin toplama oranı %0,6 iken, Güney Afrika’da %6,9; Brezilya ve Malezya’da ise %3.

Sektörler arasında farklılık gösterse de, Türkiye’de orta ölçekli işletmelerin dahi bilişim harcamaları bize benzeyen ekonomilerdeki muadillerinin %50 altında.  KOBİ’lerin durumunu ise ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.  Elimizde pek fazla güvenilir veri yok, ama hepimizin çevremizdeki örneklerden yeterli kanaati var sanıyorum.

KOBİ segmentinin ekonomimiz ve toplumsal yaşamımızdaki bu büyük ağırlığı ve KOBİ’lerde bilişimin dayanılmaz hafifliği, geleceğimiz için büyük bir riskle birlikte büyük bir fırsatı da barındırıyor.  KOBİ’lerde bilişim kullanımını yaygınlaştırabilsek, bu yolla KOBİ’lerin kurumsallığını, “kayıt altında”lığını, verimliliğini, yenilikçiliğini artırabilsek, sadece Bilişim sektörünün on yıllardır beklenen patlamasını gerçekleştirmiş olmayacağız, ülkemizin geleceğe doğru büyük bir atılım yapmasını sağlayacağız.

Bu dönüşümün uzun, sabırlı ve büyük ölçekli bir uğraş gerektirdiği açık.  İyi haber, yakın geçmişteki teknolojik gelişmelerin elimizi çok güçlendirmiş ve işimizi kolaylaştırmış olması.   Bilişim sektörü ve kamu otoritesi, bir dizi tedbirle KOBİ’lerde bilişimin yaygınlaşmasını büyük ölçüde hızlandırabilir:

  1. Temel altyapı hizmetlerinin yaygınlığının ve erişilebilirliğinin sağlanması: Bilgisayar – ya da akıllı cihaz – sahipliği ve geniş bant erişimi Türkiye’de oldukça yaygın hale gelmiş durumda.  Bundan sonra, hız (bant genişliği) ve maliyet konularına odaklanmaya ihtiyaç var.  İletişim sektörünün gelişimi zaten bu yönde; kamu da vergi yükünde iyileştirmeler sağlayabilir.
  2. Bulut Bilişimin yaygınlaşması: KOBİ’lerde bilişim kullanımının artması için sihirli değneğin Bulut Bilişim olduğunda inanıyorum.  Bulut Bilişim sayesinde küçük şirketler daha önce satın alamayacakları ve işletemeyecekleri müşteri ilişkileri yönetimi, proje yönetimi, kaynak planlama, doküman yönetimi, elektronik ticaret, yardım masası gibi farklı uygulamalara kolayca erişebiliyorlar.  Türkiye’de KOBİ’lere Bulut Bilişimi  telekom operatörleri götürecek gibi duruyor.  Bankalar da bu kervana katılabilir.  Kamu otoritesi, güvenlik, süreklilik gibi alanlarda standartları oluşturarak ve sağlayıcıları denetleyerek, yaygınlaşmanın önündeki büyük engellerden biri olan güven sorununun aşılmasına yardımcı olabilir.  Bulut Bilişim ve Veri Merkezi alanlarında bir ülke stratejisine ihtiyaç olduğuna inanıyorum, ama bu yazıyı uzatmayayım, belki başka bir yazıda işlerim.
  3. E-Devlet, E-Fatura, E-Arşiv örneklerinin çeşitlendirilmesi ve yaygınlaştırılması: Bu zorunlu uygulamalar, işletmeleri bilişim dünyasına yönlendirmenin en kestirme yolu herhalde.  Kamunun bu yönde attığı adımları önemsiyorum ve hızlanması gerektiğini düşünüyorum.
  4. Bilinçlendirme ve Eğitim:  Gerçekten de, “Eğitim şart!” 🙂  KOBİ’lere bilişimin etkisini ve katma değerini bıkmadan anlatmalıyız.  Sektörümüzün bit’li bayt’lı diliyle değil, anlaşılır biçimde.  Bilişim Sektörünün bu alanda kamu ile birlikte hareket etmesi gerekli.  Kamu spotlarında sigaranın zararları kadar, bilişimin yararları da yer almalı.
  5. Teşvikler: Devlet, Bilişim sektörüne, daha doğrusu Ar-Ge yapan işletmelere çok değerli teşvikler verdi ve bu teşvikleri çeşitlendirmeye devam ediyor.  Kullanıcıyı teşvik etmenin de geliştiriciyi teşvik etmek kadar gerekli ve önemli olduğuna inanıyorum.   Bilişim yatırımının belli oranda vergi matrahından düşülmesi, KDV’nin azaltılması gibi tedbirler, yaygınlaştırmaya büyük hız kazandırabilir.

Internet’in kitlelere ulaşması ve Bulut Bilişimin uygulamaları erişilebilir kılması, Türk ekonomisinin sınıf atladığı bir döneme denk geldi.  Bu fırsatı kullanarak KOBİ’lerimizi 21. yüzyıla taşıyabilirsek, Türkiye’nin önü açılacak.

Kaynakça:

  1. OECD: Türkiye’deki Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler
  2. T.C. Kalkınma Bakanlığı:  Bilgi Toplumu Stratejisinin Yenilenmesi Projesi 20 Haziran 2013 Tarihli Mevcut Durum Raporu

Satış Başarısının Sırrı Ölçüm ve Analizde Yatıyor

Genç Girişimciye Tavsiyeler yazı serisini yayımladığımda, satış yönetimiyle ilgili sorular almıştım.   Karşılaştığım bir yazı beni uzunca bir süre sonra bu konuya getirdi ve bu sorulara cevap yazmak bu güne kısmet oldu.

Satış, girişimcinin de, 100 yıllık uluslararası şirketin de temel meselesi.  Özellikle başka kuruluşlara satış yapan şirketler, ana sorumluluğu satış olan ekipler kuruyorlar.  Satış ekiplerinin yapıları, müşteri  ve satış bölgesi bazında sorumluluklarının belirlenmesi, satış için geçerli stratejiler, teknik ve beceriler, hem satış yöneticilerinin hem de üst yönetimin gündeminde daima önceliği olan konular.  Satıcıların genellikle rakamsal satış hedefleri oluyor ve ücretleri de hedef gerçekleşmesine paralel olarak değişkenlik gösteriyor.

Satıştaki temel becerilerin önemli bir kısmı insani ilişkileri kapsadığı için olsa gerek, satış işinin hafif mistik bir havası var.   Satış uzmanlarının başarısı da böyle açıklanıyor genellikle:  Doğuştan satıcı olmak, müşteriyle hemen sıkı fıkı hale gelmek, satış fırsatının kokusunu almak gibi anlaması ve ölçmesi zor faktörler değerlendirmelerde ön plana çıkabiliyor.

Tecrübe, insani ilişkilerde doğal yetenek, çevresel faktörlere duyarlılık bir satış profesyoneli için önemli avantajlar kuşkusuz.  Ancak benim görüşüm, satıştaki başarının temelinde de çok çalışma ve daha önemlisi metodik çalışmanın yattığı yönünde.

Satışta gerçekten rakamlar konuşuyor.  Kastettiğim rakamlar, saış hedefi ya da ürün fiyatları değil:  Satıştaki başarının en iyi göstergesi, satış aktivitelerinin sayıları.  Ne kadar çok müşteri ile temas kurarsanız, ne kadar çok müşteri ziyareti yaparsanız, ne kadar çok teklif verirseniz, teklifinizi ne kadar kısa zamanda hazırlayıp yakın takip ederseniz başarınız da o denli artıyor.  Tersten giderek satış planınızı oluşturabilirsiniz:  Tekliflerin satışa dönüş oranını biliyorsanız hedefe ulaşmak için vermeniz gereken teklif miktarını, buradan gerekli müşteri temas sayısını, belli bir zaman diliminde yapılacak ziyaret adedini hesaplayabilirsiniz.

Aktivitelerin sistematik planlanmasının ve takibinin, tabii ki kalitenin gözetilmesi koşuluyla, satışta başarıyı getiren en önemli faktör olduğuna inanıyorum.    Göreviniz satışsa, sizi hedefe götürecek aktiviteleri belirlemeli ve sistematik olarak yürütmelisiniz.  Satış yöneticisiyseniz  ekibinizin satış hedefine karşı performansını takip etmenin ötesinde, sizin ortamınızda gerekli olan satış aktivitelerini ölçmenin yolunu bulmalısınız ve ölçümlerinizi analiz ederek ekibinizi yönlendirmelisiniz.   Göreceksiniz ki, her dönem hedefini aşan elemanlarınızın asıl sırrı doğuştan satıcı olmak değil, sistematik ve disiplinli çalışmak.

Bana bu yazının ilhamını veren makalenin linki aşağıda:

 The Metrics Sales Leaders Should Be Tracking

Bol kazançlı satışlar dileklerimle!

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 4: Seyahat Uygulamaları

iPad uygulamaları üzerine son yazımdan bu yana epeyce zaman geçmiş.  Bu arada, hem iPad’ime hem de iPhone’uma çok sayıda yeni uygulama indirdim, bir kısmını beğendim, bir kısmını ise ilk denemeden sonra hiç kullanmadım. Seyahatlerde işe yarar bulduğum bazı uygulamalarla ilgili görüşlerimi aşağıda paylaşıyorum.

TripAdvisor: Oteller, restoranlar, gezilip görülecek yerler hakkında çok sayıda kullanıcı yorumu ve değerlendirmesi bulabileceğiniz bu uygulama, yeni gittiğiniz bir şehirde gerçekten işe yarıyor.  Lokasyon bazlı kullanma imkanı var, yani “yakınımdaki restoranlar” diye bir arama yapabiliyorsunuz.

Kayak: A noktasından B noktasına uçuş seçeneklerinin en düşük maliyetli veya en kısa olanlarını basit bir arama ile bulabildiğiniz harika bir uygulama.  Her seyahatten önce bakıyorum.  Muadilleri var, ama ben Kayak’tan memnunum.

Flightboard: Herhangi bir havalimanındaki gelen/giden uçakların çizelgesini anlık olarak görebiliyorsunuz.  Gerçekten sihir gibi. 🙂

TAV Mobile: TAV havalimanları ile ilgili yararlı bilgiler; gelen/giden uçakların çizelgesi dahil.

TripIt: Bir rezervasyon yaptığınızda, size gelen elektronik postayı TripIt’e gönderiyorsunuz; TripIt bunu seyahat planına dönüştürüyor.  Uygulamada gelecek seyahatlerinize kolayca ulaşabiliyorsunuz; paraya kıyarsanız gittiğiniz şehirle ilgili bilgiler gibi ekstraları da var.  Fikir güzel, ama Türkiye’deki havayollarının rezervasyon postalarını düzgün tanımadı bir türlü.  Farklı tecrübesi olanların görüşünü duymak isterim.

Havayollarının uygulamaları: Hangi havayolu ile uçuyorsanız, check-in ve son uçuş bilgileri için uygulamasını indirmenizde yarar var.

Seyahatler fotografsız olmayacağı için iki de fotograf uygulaması ekleyeyim:

Camera!: Standart iOS uygulamasından daha becerikli; çektiğiniz fotografı otomatik olarak optimize eden ve oldukça iyi çalışan bir özelliği var.

Snapseed: Google’ın satın aldığı bu uygulama ile fotograflarınızı kolayca “edit”leyebilirsiniz.  Kullanımı kolay, sonuçları başarılı.

İyi yolculuklar, yanınıza şarj cihazınızı almayı unutmayın! 🙂

Bu serideki diğer yazılar:

Beğendiğim iPad Uygulamaları – 3: Kalemle Yazıp Çizmek

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 2: Verimlilik Uygulamaları

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 1: İçerik Derleyiciler ve Dergiler