Bilgi Teknolojilerinde sırada ne var?

Paylaştığım makalenin yazarı, ünlü girişim sermayesi şirketi Andreessen Horowitz‘te yönetici ortak. Daha önce kendisi internet şirketi kurmuş. Teknolojideki gelişmelerle ilgili ne dediğini bildiğini varsayabiliriz.

Birkaç sayfada tarihsel gelişimi ve bugünün ana akımlarını güzelce özetlemiş. Makaleyi okumanızı tavsiye ederim, belki zaman bulamazsınız diye aşağıda geleceği şekillendirecek akımlara ilişkin başlıkları aşağıda kısaca özetliyorum:

Donanım: Daha da küçülüyor, ucuzluyor ve artık her nesneyi sensörlerle, gerektiğinde işlemcilerle donatmak mümkün. Gelişmenin hızlanmasında yüzlerce milyon adet üretilen akıllı telefon bileşenlerinin etkisi büyük.

Yazılım: Yapay zeka gerçek oluyor ve zamanla tüm sistemlere, uygulamalara yaygınlaşacak.

Donanım+Yazılım: Yeni bilgisayarlar doğuyor: Otomobiller, İnsansız Hava Araçları, Giyilebilirler, Nesnelerin Interneti. Dixon, Sanal Gerçeklik (Virtual Reality) ve Artırılmış Gerçeklik (Augmented Reality) sistemlerini de bu başlık altına almış.

Bilgi Teknolojileri hızla gelişmeyi sürdürüyor. Yukarıdaki alanların olgunlaşması, yaşamlarımızı derinden etkileyecek.

Makalenin linki aşağıda:

What’s Next in Computing?

Mobile World Congress Barselona 2016’dan İzlenimler

huawei

MWC 2015’den sonra fuar izlenimlerimi yazmıştım. Bu yıl da bu geleneği devam ettiriyorum.

MWC fuarlarından geçmiş tecrübem, her yıl gitmenin bir miktar gereksiz olduğu yönündeydi. Evet, teknoloji hızlı değişiyor, ama yıldan yılda kayda değer sıçramalar görülecek kadar da değil. Bu görüşüm bu yıl teyit edilmiş oldu: Sergilenen çok sayıda yeni ürün olmasına karşın, ana temalarda pek değişiklik yoktu. Temalar benzer; ürünler daha hızlı, daha becerikli, geçen yıl demo seviyesindeki bazı ürünler pazara daha hazır.

Gelelim fuar izlenimlerime:

Çinliler: Fuara uzak doğulular, özellikle Çinliler, özellikle de Huawei damgasını vurmuştu. Huawei’nin davet usulü girebildiğiniz standı, kendisi bir fuar alanı gibiydi. Farklı alanlarda demolar çok iyi hazırlanmış, görevliler iyi eğitilmişti. Özetle, Çinliler son sürat gelmeye devam ediyor.

Nesnelerin Interneti (IoT): Geçen sene de çok örnek vardı ama bu sene Nesnelerin Interneti alanında yokuz diyeni fuara almamışlardı sanki. Her köşede IoT demoları yer alıyordu. Huawei, Ericsson gibi büyük standların yaklaşık %20’si bu konuya alınmıştı.

5G: İletişim teknolojisi sağlayıcıları 5G’de hız yarışındalar. 5G genellikle IoT ile birlikte gösteriliyor. 5G’nin sağladığı düşük gecikme süreleri, çeşitli IoT uygulamalarını mümkün kılıyor. “Network Slicing” gibi özelliklerle, IoT uygulamalarının kendilerine has gereksinimlerine aynı ağ üzerinden cevap verilebiliyor.

Sanal Gerçeklik (VR): Sanal Gerçeklik bir sonraki teknoloji dalgası olabilir mi diye bir arayış var. Pek çok stantda sanal gerçeklik örnekleri vardı. VR cihaz üreticileri VR gözlüklü seyircilere tiyatro düzeninde gösteriler yapıyordu. Bu gösterilerin bir kısmı algılanan gerçeklik düzeyini artıran hareketli platformlar üzerindeydi.

“Bağlı” Otomobiller: Nesnelerin Interneti alanında iş modeli ispatlanmış olan belki de tek uygulama araçları buluta bağlayarak takip ve komuta eden sistemler. Operatörlerin, otomobil üreticilerinin (Ford), otomobillere cihaz sağlayan şirketlerin çeşitli ürünlerini görmek mümkündü.

Giyilebilir teknolojiler: Giyilebilir teknoloji örnekleri de yaygındı, ancak geçen yıldan fazla bir fark görmedim.

Akıllı Telefonlar: Samsung, LG gibi bilinen üreticilerin yanı sıra, isimlerini ilk defa duyduğum üreticilerin de büyük stantları vardı. Bu alanda fark yaratmak gerçekten zor. Rekabet daha çok kamera üzerineydi. Vestel’in de büyük ve güzel bir standı vardı.

Mobil Aplikasyonlar. Mobil aplikasyonlara ayrılmış, diğerlerine göre daha küçük iki salon var. Bu alanı geçen yıla göre daha sönük gördüm. Daha az şirket vardı, olanların da çoğu Nesnelerin Interneti alanındaydı. Bu gözlemimin mobil aplikasyonların gerilediği anlamına geldiğini sanmıyorum, bu fuarda tutunamadılar demek ki.

Türk Şirketleri: Bu yıl fuarda daha fazla Türk şirketi olması sevindiriciydi. İlk aklıma gelenler Argela, Aselsan, PI Works, Vestel, Netaş, Etiya, Emek, Figensoft, Cardtek, Martin Telekom. Eminim atladıklarım vardır, kusuruma bakmasınlar lütfen. Bu şirketlerin ona yakını İTO’nun standında bir arada yer alıyordu. Innova’nın da SAP standında bir masası vardı.

turkish stand

Geçen yıl olduğu gibi genel izlenimlerimle kapatayım:

Fuar bana bu yıl iyice kalabalık geldi. 101.000 ziyaretçi varmış. MWC; ABD’deki CES ile birlikte endüstrinin iki en önemli fuarından biri oldu diye düşünüyorum. Fuar alanının imkanları geniş, ama bu ziyaretçi kalabalığını kaldırmakta zorlanıyor. Barselona kitle taşıma araçlarındaki işi yavaşlatma eylemleri bu tabloyu daha çarpıcı hale getirdi. Fuarın ya daha büyük bir merkeze taşınması ya da bireysel ürünler/kurumsal ürünler gibi bir çizgiden bölünmesi yakındır.

Dünya Rekabetçilik Sıralaması: Neredeyiz, Ne Yapmalıyız?

World Economic Forum’un her sene yayınladığı Dünya Rekabetçilik Raporuna (World Competitiveness Report) ilişkin bilgim, basında yer alan sıralamalardan ibaretti.  Bu yıl ilk kez raporun kendisine göz atma fırsatım oldu.

Önce kötü haber: Muhtemelen duymuş olduğunuz gibi, sıralamada 45’den 51’e düşmüşüz. İlk sıralardaki ülkelerde sürpriz yok. Son birkaç yıldır İsviçre birinci. Ne yazık ki, bizden gerilerde “Aferin bize, bunları geçmişiz” diyebileceğimiz, kendimize rakip görebileceğimiz ülkeler yer almıyor.

Rapor sıralamadan ibaret değil. Sıralama, kapsamlı ve çok boyutlu bir çalışmanın son çıktısı. Ülkeler, altyapıdan eğitime, teknolojik hazırlık düzeyinden yenilikçiliğe, pazar büyüklüğüne kadar çok sayıda eksende değerlendirilip karşılaştırılıyorlar. Raporun asıl değeri de burada yatıyor.

12 farklı alanda toplam 100’ü aşkın ölçütteki genel durumumuz, Polonya, Romanya, Bulgaristan, Makedonya gibi “yükselen” Avrupa ülkeleri ile benzeşiyor. 1990’dan bu yana satın alma gücüne göre kişi başı milli gelirimizin seyri bu ülkelerle neredeyse birebir örtüşüyor. Kendimizi, daha doğrusu sıralamadaki yerimizi aştığımız alanlar sürpriz değil: Pazarımız daha büyük, altyapımız da biraz daha iyi. Ulaşım altyapımız, özellikle havayollarımız ileri. Pazarlarımız rekabete açık. Finansal hizmetler gelişmiş, ama finansmana ulaşmak zor. Ticaret hayatında çeşitlilik yüksek. Yenilikçilikte ise durum pek iç açıcı değil ne yazık ki.

İndex’i bir karne, moda deyişle “balanced scorecard” olarak görmek mümkün. Ekonomik gelişmişlik için karneyi düzeltmek lazım. Zayıf notlar ortada, ödevler belli. Şimdi çalışma zamanı.

 

Dokümanın linki aşağıda. Boyutu gözünüzü korkutmasın. Türkiye’ye ilişkin bilgiler 350 ve 351. sayfada. 

Global_Competitiveness_Report_2015-2016

Satışta Fiyatı Korumaya Dair Bir İpucu

Satış eğitimlerinde ilk öğretilen ilkelerden biri, fiyatla değil değerle satmak, yani müşteriyi ikna etmek için fiyatı indirmek yerine, sattığınız ürün veya hizmetin fiyatını hak eden değer sunduğunu göstermektir. Söylemesi kolay. Türkiye gibi satınalmacıların beceri düzeyinin, satıcıların da çaresizliğinin yüksek olduğu bir pazarda yapın da görelim. Benim bilgi teknolojisi pazarından tecrübem, ne kadar üstün özellikleriniz olursa olsun, ortaya düşük fiyatlı bir rakip çıkıyor ve fiyat çıtasını hak ettiğiniz yere çekmek kolay olmuyor.

Harvard Business Review dergisinin Aralık sayısında pazarlık konusunda güzel makaleler var. Bunların birinde fiyatı korumaya yönelik bir ipucu dikkatimi çekti.

Makale şöyle diyor: Sunduğunuz değer yüksek, doğal olarak fiyatınız da. Müşteri fiyat yüksekliğine dikkatinizi çekiyor: “Rakiplerinizden iki kat pahalısınız.” Satıcının ilk reaksiyonu bir nevi özür dilemek, en azından ima etmek: “Evet, fiyatımız pahalı, ama şu farklarımız var.” İşte bu özür, ölümcül bir hata. Fiyatın yüksek olduğunu kabul ettiniz ve inmesi gerektiğine dair bir sinyal vermiş oldunuz.

Makalenin önerdiği cevap şöyle: “Sanıyorum, daha yüksek fiyata rağmen müşteri listemizin nasıl hızla büyüdüğünü öğrenmek istiyorsunuz. Kimse ederinin üzerinde bir şey ödemeyeceğine göre, en doğru kararı verebilmeniz için size sağlayacağımız değeri konuşalım.”

Bu Amerikanvari formülasyonu tam bu şekilde kullanıp kullanmama kararını size bırakıyorum. Ancak anafikir önemli: Eğer sunduğun değer gerçekten yüksekse, fiyatın için özür dilediğin izlenimini hiçbir şekilde verme.

Umarım bu ipucu işe yarar ve bilişim sektöründe yapılan iyi işler parasal karşılıklarını bir nebze daha bulur. 🙂

Kârlı satışlar dilerim.

Kaynak:
Harvard Business Review Aralık 2015 sayısı: “Control the Negotiation Before It Begins”

Akılcı Argümanlarla İnsanların Fikirlerini Değiştirebilir misiniz?

Can Rational Arguments Actually Change People's Minds?Son yıllarda, insanların davranışlarında daha önce varsayıldığı kadar akılcı/rasyonel olmadığını gösteren pek çok araştırma yayınlandı. Özellikle ekonomi bilimindeki Davranışsal Ekonomi akımı, kararlarımızda ne kadar duygusal, sezgi ve önyargılara bağımlı ve mantıksız olabildiğimizi ortaya koydu.

Aşağıda linki bulunan makale, bu alana farklı bir açıdan bakıyor ve davranışları bu zaaflarla malul insanoğlunu akılcı argümanlarla ikna etmenin mümkün olup olmadığını sorguluyor. Hepimiz sürekli fikirlerimizi savunma, karşımızdakini ikna etme çabası içinde olduğumuz için, bu soru önemli. Makale, konuyu çeşitli açılardan enine boyuna tartışıyor ve çeşitli araştırma ve çalışmalardan ilginç örnekler veriyor. Orijinalini okumakla uğraşmak istemeyebilirsiniz diye, önemli bulduğum saptamaları aşağıda özetledim:

  • Karşınızdakinin akılcı argümanlardan etkilenmesi için, konunun kendisini doğrudan ilgilendirdiğini düşünmesi (motivasyon) ve kendisine sunulan argümanları tartma imkanının (fırsat) olması gerekli. Argümanları değerlendirme motivasyon ve fırsatına sahip değilse, istediğiniz argümanı ortaya koyun, fikri değişmiyor. Konu kişiyi doğrudan ilgilendiriyorsa da, bekleyeceğimiz gibi, kuvvetli argümanlar fikrini değiştirebiliyor, ama argümanlarınız zayıfsa, orijinal fikri daha da pekişiyor. Özetle: Karşınızdakini yakından ilgilendirmeyen konularda fikrini değiştirmeye çalışmak boşa çaba. İlgisi varsa ve karşı argümanlarınız zayıfsa durum daha fena: umduğunuz sonucun tersini alabilirsiniz.
  • Objektif, doğrusu/yanlışı olan konularda ikna daha kolay. Görüşlerinizin doğruluğunu, ya da karşı tarafın görüşünün hatalarını açıkça ortaya koyabilirseniz, ikna şansınız yüksek.
  • Ahlaki yargılarda ise -tahmin edebileceğiniz gibi – işler daha zor. İnsanların sosyal canlılar olmasının bir sonucu, gruplar arasında rekabet varsa (hele hele kutuplaşma varsa), aidiyetin etkisi akılcı argümanlardan yüksek. Bu koşullarda da tarafların birbirini ikna etmesi imkansız değil, ama grubun ve sezgilerin etkisi argümanlardan daha fazla. Yani işiniz çok zor.
  • Ahlaki yargıların şöyle de bir yönü var: Ahlaki bir yargıyı ortaya koyabilmek için, kendi çıkarlarınızın dışına çıkmanız lazım. Açsanız, “ben açım, elindeki yemeği bana ver”den ziyade, “toklar yemeklerini açlarla paylaşmalı” gibi bir formülasyon yapacaksanız muhtemelen. Böylece, kendinizin gelecekteki davranışlarını da bağlamış oluyorsunuz. Ertesi gün, siz de yemeğinizi paylaşmak durumundasınız – tabii tutarlı olacaksanız. Aksi takdirde, toplum sizi zaman içinde dışlayacak. Bizdeki gibi tutarlılık beklentisi çok da yüksek olmayan bir toplumda yaşıyorsanız, daha rahat olabilirsiniz herhalde. 🙂

Makalede sözü edilen ilginç tezlerden biri aklın, evrim tarihinde doğruyu bulmak için değil, başkalarını ikna etmek için gelişmiş olduğu. İnsanlığın temel sorunu da bu galiba…

Makalenin linki aşağıda.

What’s the evidence on using rational argument to change people’s minds?

Sağlamlıktan Ödün Vermeden Çevik Olmak

Hızlı değişim ve keskin rekabet, çeviklik kavramını şirketlerin gündeminde üst sıralara taşıdı. Şirketlerin uzun ömürlü olmaları, hatta hayatta kalmaları için çeviklik bir ön koşul.

Şirket küçükken çeviklik zor değil. Hızlı karar alma, kaynakları gelişmelere göre esnek olarak yönlendirme, organizasyonu dinamik olarak şekillendirme, küçük şirketlerin doğasında var. Ancak büyümeye başladıkça şirketi yönetilebilir kılmak için ihtiyaç duyulan organizasyon ve bürokrasi genellikle çevikliği azaltıyor. Şirket büyüdükçe bir taraftan sağlamlaşıyor, ama diğer taraftan çeviklik yerini atalete bırakıyor.

Çeviklik ve sağlamlık arasındaki bu ters orantı eşyanın tabiatında mı var? Çevik ve kırılgan ya da sağlam ve hantal olmak kaderimiz mi? Aşağıda linkini verdiğim McKinsey makalesi, doğru tasarımla sağlamlıktan ödün vermeden çevik olmanın mümkün olduğunu ortaya koyuyor ve yöntemleri açıklıyor.

smartphone analogy

Makale, sağlam ve çevik bir yapıya örnek olarak akıllı telefonları veriyor: Akıllı telefonun donanımı ve işletim sistemi, sağlam ve kararlı bir platform oluşturuyor. Bu omurganın üzerinde değişen ihtiyaçlara göre uygulamalar dinamik olarak yüklenip çalıştırılıyor, ihtiyaç ortadan kalktığında silinip atılıyor. Şirketlerde de iyi tasarlanmış organizasyon yapıları, yönetişim kuralları ve anahtar süreçler ile böylesine sağlam bir omurga kurmak ve bu omurganın etrafında dinamik ekipler oluşturarak sağlamlık ve çevikliği birlikte yaşatmak mümkün.

Makaleyi benimle paylaşan arkadaşım Melda Göğüş’e teşekkürlerimle.

Agility: It rhymes with stability

iPad mi alsam, iPad Mini mi?

ipad vs mini

3 yıl kadar iPad kullandım. iPad’imi yenileme zamanı geldiğimde, Mini’ye geçip geçmeme konusunda tereddüt yaşadım. Kararımı Mini’den yana verdim ve bir ay kadar önce de yeni cihazımı kullanmaya başladım. Benim gibi karar vermekte zorlananlar için deneyimlerimi paylaşıyorum.

Önce iPad’i kullanım biçimimden söz edeyim. Birincil çalışma ortamım bir dizüstü. iPad benim yanımda taşıdığım, daha çok internet sayfalarını ya da dokümanları okumak, e-postalarımı okumak ve yanıtlamak gibi amaçlar için kullandığım cihaz. Oyun oynamıyorum, pek video seyretmiyorum.

iPad Mini bu amaçlar için ideal ölçülerde. Tek elimde tutarak uzun süre okuyabiliyorum. iPad Air de oldukça hafif, ama büyük ekranı, kitap gibi tutup okumak için pek konforlu değil. Ayrıca, Mini’yi bir iPhone gibi iki elle tutup, düz bir zemine koymadan başparmaklarımla yazı yazabiliyorum.

Mini’nin boyutları taşımaya çok uygun. Palto cebine sığıyor. Kışın elde taşımaya son. Benim ceket ceplerime de sığıyor, ama her beden için geçerli midir, bilmem. J Kadınların el çantalarına da kolaylıkla sığar herhalde.

Yeni iPad Mini’nin retina ekranı bana büyük ekranın eksikliğini hissettirmedi. Sonuçta, üç aşağı beş yukarı karton ciltli bir kitap sayfası büyüklüğünde, yani okumak için alışık olduğumuz bir boyut. E-Posta gibi daha yoğun ekranlarda da zorluk çektirmiyor.

Benim tercihim net: Bir daha iPad’e kolay kolay geri dönmem. iPad’i birincil cihazınız olarak kullanıyorsanız, sıkça video seyredip oyun oynuyorsanız, iPad’in ekran büyüklüğü iPad Mini’nin avantajlarını gölgede bırakabilir. Onun dışında, Mini’den şaşmayın derim.

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 5: Yeni Eklediklerim

Blog yazmaya ilk başladığımda, sıkça kullandığım iOS uygulamaları hakkında birkaç yazı yazmıştım. Bu yazılar, artık üç yılı devirmiş olmalarına rağmen, hâlâ popüler.

iPad’de kalemle yazıp çizmek yazım özellikle çok okunuyor. Bu yazıda aktardığım gibi, bir ara iPad’i defter gibi kullanabilmek için epey uğraştım, ama zaman içinde yeniden fiziksel deftere döndüm. Moleskin’in ceket cebine giren ince defterlerinden taşıyorum, notlarımı buraya alıyorum.

Eski yazılarımda yer alan uygulamaların çoğunu kullanmayı sürdürüyorum. Flipboard tarafından satın alınan Zite gibi az sayıda uygulama ise artık geçerliliğini yitirdi. Aradaki zaman zarfında eklediğim uygulamaların kayda değer olanları şöyle:

Scannerpro: Gazete ve dergi okurken (kağıda basılı olanlardan söz ediyorum) saklamak istediğim yazıları artık kesmek yerine, iPhone veya iPad ile tarıyorum. Bunu cihazının kamerası ile fotoğraf çekerek de yapabilirsiniz, ama Scannerpro gibi tarayıcı uygulamaları özellikle siyah beyaz saklamak istediğiniz dokümanların görüntü kalitesini iyileştiriyor, ayrıca birden fazla sayfayı tek bir pdf olarak saklamak gibi özellikler içeriyor.

ScanBizCards: Fiziksel kartvizitleri saklamaya son! ScanBizCards gibi uygulamalar kartvizitlerin fotoğrafını çektikten sonra karakter tanıma özellikleri sayesinde üzerinde yazılanları anlıyor ve isterseniz doğrudan telefonunuzun rehberine ekliyor.

Box:Dropbox ile benzer işleve sahip bir bulut depolama ve paylaşım uygulaması.Farkı, 50GB’ın ücretsiz olması. J Bu kadar alan ile bilgisayarınızdaki önemli dosyaların tümünü yedekleyebilirsiniz.

Kindle:Amazon’un ünlü e-kitap okuyucusu, bir uygulama olarak mobil cihazlarda da mevcut. Yakın zamana kadar Türkiye Appstore’da yoktu, artık indirebiliyorsunuz. Dev bir kitapçı iPad’inizde.

Flickr:Flickr’ın nispeten yeni çıkarttığı iPhone ve iPad için iki ayrı uygulaması bu fotoğraf paylaşım sitesini kullanmanın en iyi yolu. Flickr instagram kadar popüler değil, ama fotoğraf meraklılarının tercihi. 1TB alan ücretsiz. Onbinlerce resim demek.

Yandex Navi; İstanbul’da yaşıyorsanız, Yandex Navi zaten hayatınızın parçası olmuştur. Fazla söze gerek yok. J

Yandex Maps: Yandex’in bu uygulaması daha az biliniyor sanıyorum. Maps’in beğendiğim özelliği, sokak görüntüleri. Yerinizden kalkmadan herhangi bir sokağa gidip, etrafı neredeyse 360 derece görüntüleyebiliyorsunuz.

Google Maps: Artık iOS üzerinde de mevcut.

Outlook: Microsoft’un iş dünyasında standart olan elektronik posta istemcisi artık iPad ve iPhone’da. Outlook’u, ikisini birlikte bir müddet deneyip karşılaştırmak amacıyla Apple’ın standart mail uygulamasının yanına kurdum. İlk bir saatin sonunda kararımı Outlook lehine vermiştim bile. Outlook elektronik postalarınızı otomatik olarak sınıflandırıyor; başka uygulamalar ile entegrasyonu ve arayüzü de başarılı.

MS Office Powerpoint, Excel, Word: Microsoft belgelerini açabilen pek çok iOS uygulaması var. Apple’ın standart mail uygulaması bile bu formatları açabiliyor. Ama biraz karmaşık bir powerpoint sunumunuz varsa, bu uygulamalar kısa kalıyorlar. Microsoft’un uygulamaları ise Windows’daki tüm işlevselliği sunuyor. Görüntüleme işlevi ücretsiz. Belge işleyebilmek için abone olmak gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta bir iPad Mini edindim. Biraz kullandıktan sonra iPad ile Mini’nin bir karşılaştırmasını yazmayı planlıyorum.

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 4: Yeni Eklediklerim

Beğendiğim iPad Uygulamaları – 3: Kalemle Yazıp Çizmek

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 2: Verimlilik Uygulamaları

Beğendiğim iPad/iPhone (iOS) Uygulamaları – 1: İçerik Derleyiciler ve Dergiler

İş Stratejisi Oluşturma: Şahin Tulga’nın Makalesi

İşiniz için strateji oluşturmak, hele bunu sistematik ve az çok biilimsel bir yöntemle yapmak, girişimcilerin ve yöneticilerin en çok zorlandığı konuların başında yer alıyor. Bazı stratejik planlama ilkelerini önceki bir yazımda ele almıştım.  Şimdi ise bu konuyu gerçekten derinlemesine ele alan bir makaleyi paylaşmak istiyorum.

Türk iş dünyası ve bilişim sektörünün önde gelen isimlerinden Şahin Tulga, çok sayıda şirketin strateji oluşturma sürecinde yer aldıktan sonra deneyimlerinden yola çıkarak yenilikçi ve kapsamlı bir metodoloji tasarlamış. Departmanınız ya da  şirketiniz için strateji oluşturmak istiyorsanız, Şahin Bey’in bu etkin metodolojiyi özetleyen makalesini okumanızı tavsiye ederiim. Böylesine derin bir konu on sayfaya sığdırıldığında ortaya çıkan yazının oldukça yoğun olduğunu itiraf etmeliyim; göz gezdirseniz bile ufkunuzu açacağından eminim.

Makaleye link: ASDECS Kriterleri ile İş Stratejisi Geliştirmek

Çin İzlenimleri – 6: Beijing ve Son İzlenimler

Çin’de son durağımız başkent Beijing, ya da eskiden bildiğimiz adıyla Pekin. Beijing de 20 milyon nüfuslu dev bir şehir. Merkezden dışa doğru beş çevre yolu var. Bizi hava kirliliği konusunda uyarmışlardı, ama herhalde mevsim nedeniyle, hava temizdi. Çin’in kuzeyine doğru gittikçe iklim daha ılıman hale geliyor, güneyin nemli, yarı-tropik iklimi yerini Türkiye’yi andıran bir iklime bırakıyor.

Beijing, gördüğümüz dört şehir arasında en Çinlisi. Şehrin merkezinde yer alan imparatorun sarayı Yasak Şehir gerçekten görkemli. Yerleşimi Topkapı Sarayını andırıyor, yapılış yılları da benzer. Yasak Şehrin tasarımında güvenlik birinci öncelikmiş: suikastçılar arkasında saklanmasın diye bitki yok; tünel kazmasınlar diye avlularda sekiz kat yer döşemesi var.

Yasak Şehir

Yasak Şehir

Yasak Şehir, bir-iki katlı binalardan oluşan eski mahalleler ile çevrili. Bina yüksekliklerini sınırlayarak bu bölgeyi korumuşlar. Binaların neredeyse tümü dükkanlara, cafe’lere dönüştürülmüş. Sokaklar kalabalık. Dükkanların bir kısmı modern ve şık tasarımlı.

Gösterilere ve katliamlara sahne olan Tianenmen meydanı Yasak Şehrin yanı başında. Çevresinde Sovyet mimarisinde yapılmış büyük kamu binaları var. Potansiyel göstericileri engellemek için, meydana erişim yolları barikatlarla sınırlanmış. Şoförümüz, yavaş gitme talebimizi, polis tarafından yanlış anlaşılabilir diye red etti.

Çin’e gidince Çin Seddini görmeden olmaz. Yeterince resmini görmüşsünüzdür; gerçekten görmeye değer olduğunu ve basamakları tırmanmak için sağlam kalp ve diz gerektiğini söylemenin dışında bir şey eklemeyeceğim.

Beijing’de bizi May adında, yirmili yaşlarda bir rehber gezdirdi. May, zeki ve sevimli bir kızdı, İngilizcesi de iyiydi. Yeri gelmişken söyleyeyim: Beijing’de rehber ihtiyacınız olursa temas bilgilerini benden alabilirsiniz.

May, üniversitede rehberlik okumuş. Yol boyunca sohbet ettik, bu sayede Çinlileri, özellikle de gençleri, biraz daha yakından tanıma fırsatı bulduk. May, doğduğu şehirden ve ailesinden on saat uzakta. Doğduğu küçük şehirde turist rehberine ihtiyaç olmadığı için başkente gelmiş. Erkek arkadaşı da, yine on saat uzakta bir başka şehirde yaşıyor. Nüfus bu anlamda mobil, iş neredeyse oraya gidiyor.

May’den, Çin’in tek çocuk yasasının düşündüğüm kadar katı olmadığını öğrendim. Birden fazla çocuk için gelir düzeyine göre ceza ödeniyor. Herhalde o kadar yüksek bir ceza değil ki, May’in de, erkek arkadaşının da birer kardeşi varmış. Çin, nüfusu gençleştirmek için yakın zamanda yasayı daha da gevşetti: Eşlerin ikisi de tek çocuksa, iki çocuk yapmaları serbest.

Gençlerin evrensel kaygıları Çin’de de aynı: May, ev sahibi olmanın zorluğundan, hatta imkansızlığından söz ediyor. Ev ve diğer geçim kaygıları evlenme yaşını 30’lara yükseltmiş. Değişik mesleklerin gelir düzeylerini sorduk, epey detaylı bilgi aldık. Anlaşılıyor ki Çin’de ücretler eskisi gibi değil. İş gücü hala Türkiye’den ucuz, ama aradaki fark eskisi gibi üç-beş kat değil, belki %20-30.

May bizi öğlen yemeği için Çinli ailelerin gittiği bir lokantaya götürdü. Pek çok kişiden Çin’de yemekleri yemekte zorlandığını, Çin’deki yemeklerin bizim Çin lokantalarına benzemediğini duymuştum. Biz pek zorluk çekmedik. Gerek bu halk tipi lokantada, gerekse otellerin daha lüks restoranlarında yiyecek yemek bulduk. Otellerde genellikle bir Çin, bir de Avrupa restoranı olduğunu da ekleyeyim ki kimsenin gözü korkmasın.

Bu yazı dizisini, Çin ile ilgili bazı genel izlenimlerle bitirmek istiyorum:

  • Çin, dev ölçeği ve yükselen ekonomisiyle bir süper güç. Kararlılıklarını korurlarsa yakında dünyanın en büyük ekonomisi olacakları ve ABD ile her alanda başa baş rekabet edebilecekleri kesin. Dünya hızla iki kutuplu bir yapıya evrilecek.
  • Çin, devletçi. Devletin varlığı, şirketlerdeki kontrolünden internetteki sansüre, her yerde kendini belli ediyor. Bu bir açıdan avantaj: Son dönemde devlet yöneticileri iyi bir planlama ile büyük kalkınma sağlamışlar. Dezavantajlar ve riskler de sanıyorum aşikar.
  • Çin, en azından büyük şehirleri, küreselleşmiş. Batıdaki bir metropolde ne varsa burada da var. Öyle ki, pek çok yerde Çin’de olduğunuza dair tek gösterge etrafınızdaki Çinlilerin sayısı.
  • Tüm bu küreselleşmeye karşın, kültürü farklı. Bir Avrupalı, Amerikalı, ya da Arap’la da aramızda kültürel anlamda mesafe var; ama Çinli ile bu mesafe epeyce daha fazla.
  • İletişim önemli sorun. Çat pat da olsa dil bilen sayısı çok az. Dil ve yazının farklılığı batı dillerini öğrenmeyi çok zorlaştırıyor anlaşılan. Otel restoranında garsonların üçte ikisi, su istediğinizi dahi anlayamıyor.
  • Çin’in dünyada, özellikle de Amerika’da, büyük bir diasporası var. En üst düzeyde eğitilmiş, tecrübe kazanmış Çinliler anavatana dönüyorlar.
  • Çin teknoloji üretiminde günü yakalamış, ama bir sonraki dalgayı yaratacak noktada değil henüz. Yakında o aşamaya da gelecektir.
  • Teknoloji alanında Çin ile iş yapmanın kolay yolu, Çin mallarını ithal edip satmak ve hizmetini vermek. Çin’e mal satmak da mümkün tabii, ama gerçekçi olmak gerekirse, ancak iyi seçilmiş niş alanlarda fırsat olabilir. Burada da Çinli iş ortakları ile ilerlemek en mantıklısı.

İki saptama ile bitireceğim:

  1. Çin seyahatinde, dünyanın ne kadar büyük bir hızla ilerlediğini, ülkeler arası rekabetin ne kadar keskinleştiğini bir kez daha gördüm. Yeni dünya düzeninde kendimize yer bulabilmek için, çok net tanımlanmış katma değer sahibi olmamız lazım. Önümüzde yapmamız gereken çok ödev var. Kapılmamış kapıları, nerede fark yaratabileceğimizi iyi saptamamız, kaynaklarımızı odaklamamız şart.
  2. Çin, önemli. Ülke olarak, kurum olarak, birey olarak, dünyayı doğru okuyabilmek için, Çin’i daha yakından tanınamaya, anlamaya çalışmamız gerekli.

Tüm okurlarıma güzel Çin seyahatleri dilerim.