Mobile World Congress Barselona 2016’dan İzlenimler

huawei

MWC 2015’den sonra fuar izlenimlerimi yazmıştım. Bu yıl da bu geleneği devam ettiriyorum.

MWC fuarlarından geçmiş tecrübem, her yıl gitmenin bir miktar gereksiz olduğu yönündeydi. Evet, teknoloji hızlı değişiyor, ama yıldan yılda kayda değer sıçramalar görülecek kadar da değil. Bu görüşüm bu yıl teyit edilmiş oldu: Sergilenen çok sayıda yeni ürün olmasına karşın, ana temalarda pek değişiklik yoktu. Temalar benzer; ürünler daha hızlı, daha becerikli, geçen yıl demo seviyesindeki bazı ürünler pazara daha hazır.

Gelelim fuar izlenimlerime:

Çinliler: Fuara uzak doğulular, özellikle Çinliler, özellikle de Huawei damgasını vurmuştu. Huawei’nin davet usulü girebildiğiniz standı, kendisi bir fuar alanı gibiydi. Farklı alanlarda demolar çok iyi hazırlanmış, görevliler iyi eğitilmişti. Özetle, Çinliler son sürat gelmeye devam ediyor.

Nesnelerin Interneti (IoT): Geçen sene de çok örnek vardı ama bu sene Nesnelerin Interneti alanında yokuz diyeni fuara almamışlardı sanki. Her köşede IoT demoları yer alıyordu. Huawei, Ericsson gibi büyük standların yaklaşık %20’si bu konuya alınmıştı.

5G: İletişim teknolojisi sağlayıcıları 5G’de hız yarışındalar. 5G genellikle IoT ile birlikte gösteriliyor. 5G’nin sağladığı düşük gecikme süreleri, çeşitli IoT uygulamalarını mümkün kılıyor. “Network Slicing” gibi özelliklerle, IoT uygulamalarının kendilerine has gereksinimlerine aynı ağ üzerinden cevap verilebiliyor.

Sanal Gerçeklik (VR): Sanal Gerçeklik bir sonraki teknoloji dalgası olabilir mi diye bir arayış var. Pek çok stantda sanal gerçeklik örnekleri vardı. VR cihaz üreticileri VR gözlüklü seyircilere tiyatro düzeninde gösteriler yapıyordu. Bu gösterilerin bir kısmı algılanan gerçeklik düzeyini artıran hareketli platformlar üzerindeydi.

“Bağlı” Otomobiller: Nesnelerin Interneti alanında iş modeli ispatlanmış olan belki de tek uygulama araçları buluta bağlayarak takip ve komuta eden sistemler. Operatörlerin, otomobil üreticilerinin (Ford), otomobillere cihaz sağlayan şirketlerin çeşitli ürünlerini görmek mümkündü.

Giyilebilir teknolojiler: Giyilebilir teknoloji örnekleri de yaygındı, ancak geçen yıldan fazla bir fark görmedim.

Akıllı Telefonlar: Samsung, LG gibi bilinen üreticilerin yanı sıra, isimlerini ilk defa duyduğum üreticilerin de büyük stantları vardı. Bu alanda fark yaratmak gerçekten zor. Rekabet daha çok kamera üzerineydi. Vestel’in de büyük ve güzel bir standı vardı.

Mobil Aplikasyonlar. Mobil aplikasyonlara ayrılmış, diğerlerine göre daha küçük iki salon var. Bu alanı geçen yıla göre daha sönük gördüm. Daha az şirket vardı, olanların da çoğu Nesnelerin Interneti alanındaydı. Bu gözlemimin mobil aplikasyonların gerilediği anlamına geldiğini sanmıyorum, bu fuarda tutunamadılar demek ki.

Türk Şirketleri: Bu yıl fuarda daha fazla Türk şirketi olması sevindiriciydi. İlk aklıma gelenler Argela, Aselsan, PI Works, Vestel, Netaş, Etiya, Emek, Figensoft, Cardtek, Martin Telekom. Eminim atladıklarım vardır, kusuruma bakmasınlar lütfen. Bu şirketlerin ona yakını İTO’nun standında bir arada yer alıyordu. Innova’nın da SAP standında bir masası vardı.

turkish stand

Geçen yıl olduğu gibi genel izlenimlerimle kapatayım:

Fuar bana bu yıl iyice kalabalık geldi. 101.000 ziyaretçi varmış. MWC; ABD’deki CES ile birlikte endüstrinin iki en önemli fuarından biri oldu diye düşünüyorum. Fuar alanının imkanları geniş, ama bu ziyaretçi kalabalığını kaldırmakta zorlanıyor. Barselona kitle taşıma araçlarındaki işi yavaşlatma eylemleri bu tabloyu daha çarpıcı hale getirdi. Fuarın ya daha büyük bir merkeze taşınması ya da bireysel ürünler/kurumsal ürünler gibi bir çizgiden bölünmesi yakındır.

iPad mi alsam, iPad Mini mi?

ipad vs mini

3 yıl kadar iPad kullandım. iPad’imi yenileme zamanı geldiğimde, Mini’ye geçip geçmeme konusunda tereddüt yaşadım. Kararımı Mini’den yana verdim ve bir ay kadar önce de yeni cihazımı kullanmaya başladım. Benim gibi karar vermekte zorlananlar için deneyimlerimi paylaşıyorum.

Önce iPad’i kullanım biçimimden söz edeyim. Birincil çalışma ortamım bir dizüstü. iPad benim yanımda taşıdığım, daha çok internet sayfalarını ya da dokümanları okumak, e-postalarımı okumak ve yanıtlamak gibi amaçlar için kullandığım cihaz. Oyun oynamıyorum, pek video seyretmiyorum.

iPad Mini bu amaçlar için ideal ölçülerde. Tek elimde tutarak uzun süre okuyabiliyorum. iPad Air de oldukça hafif, ama büyük ekranı, kitap gibi tutup okumak için pek konforlu değil. Ayrıca, Mini’yi bir iPhone gibi iki elle tutup, düz bir zemine koymadan başparmaklarımla yazı yazabiliyorum.

Mini’nin boyutları taşımaya çok uygun. Palto cebine sığıyor. Kışın elde taşımaya son. Benim ceket ceplerime de sığıyor, ama her beden için geçerli midir, bilmem. J Kadınların el çantalarına da kolaylıkla sığar herhalde.

Yeni iPad Mini’nin retina ekranı bana büyük ekranın eksikliğini hissettirmedi. Sonuçta, üç aşağı beş yukarı karton ciltli bir kitap sayfası büyüklüğünde, yani okumak için alışık olduğumuz bir boyut. E-Posta gibi daha yoğun ekranlarda da zorluk çektirmiyor.

Benim tercihim net: Bir daha iPad’e kolay kolay geri dönmem. iPad’i birincil cihazınız olarak kullanıyorsanız, sıkça video seyredip oyun oynuyorsanız, iPad’in ekran büyüklüğü iPad Mini’nin avantajlarını gölgede bırakabilir. Onun dışında, Mini’den şaşmayın derim.

Çin İzlenimleri – 3: Çinli Bir Bilgi Teknolojisi Üreticisi

Schenzen’deki günümüzü Çin’in büyük bir bilgi teknolojisi üreticisi ile geçirdik. Çinliler, bilgi teknolojisinde çok gerilerden geldiler. İlk adımları, Batı menşeli ürünlere “benzeterek” ürün geliştirme oldu. Bu “benzetme” işini abarttıkları için birçok fikri mülkiyet davası açıldı, bir kısmını kaybettiler. Zaman içinde bir sonraki aşamaya geçmeyi ve kendi tasarımlarını yapmayı başardılar. Artık, öncü ürünler yaratan, dünya pazarının önemli bölümünü elde tutan konumdalar.

Ölçekler burada da şaşırtıcı: ziyaret ettiğimiz kampüste 70,000 çalışan var.  Büyüklüğü 400 futbol sahası kadar. Kampüs özenle tasarlanmış – ABD şirketlerinin yeşillikler içindeki kampüslerinden aşağı kalır yanı yok. Binalar farklı tarzlarda tasarlanmış. Kendi hastaneleri, spor salonları, misafirhaneleri ve 3,000 çalışan için lojmanları var. 5 yıldızlı bir otelin inşaatına da başlamışlar. Kampüsün bazı köşeleri gerçekten güzel ve huzur verici.

Kampüsten bir görünüm

Kampüsten bir görünüm

Bizimki gibi ziyaretleri, müşteri/çözüm ortağı ilişkilerinin önemli bir parçası olarak görüyorlar ve iyi hazırlanmışlar. Bu amaca yönelik şık binaları, özel yemek salonları, farklı seviyelerde brifing verdikleri sergi alanları, toplantı odaları var. İngilizce konuşan genç bir çalışanlarını bize mihmandar olarak atamışlardı. Tüm gün boyunca bizimle oldu, her ihtiyacımızla ilgilendi. Bir program dahilinde, ilgilendiğimiz konularla ilgili uzmanlar ve yöneticiler bilgi verdiler.

Mihmandarımız James ile

Mihmandarımız James ile

Çalışanların çok büyük bölümü Çinli olsa da, uluslararası bir şirket olmayı başarmışlar. Yönetim kademeleri de dahil, farklı görevlerde çalışan yabancı uzmanlar var. “Benzetmeci” günleri geride bırakmak için araştırma geliştirmeye büyük önem veriyorlar ve kampüsteki 70,000 kişinin on küsur bini araştırmacı. Tasarladıkları ürünlerin rakiplerinden aşağı kalır yanı yok. Artık fiyatla değil, ürün özellikleri ile rekabet etmeye çalışıyorlar.

Ana kampüsten sonra, Schenzen’in bir saat dışında farklı bir şehirdeki üretim tesislerini gezdirdiler. Guangdong adındaki bu şehir bir üretim merkezi olarak gelişmiş. Çok sayıda şirketin fabrikası burada yer alıyor.

Üretim tesislerinin de devasa büyüklükte olduğunu söylememe gerek yok sanıyorum. Biz tesisi bir araya getiren birçok fabrikadan birini gezdik.  Fabrika düzenli, temiz ve modern anlayışa göre tasarlanmıştı. Pek haz etmedikleri Japon’ların yalın üretim prensiplerini benimsemekte sakınca görmemişler. Toyota’nın eski bir yöneticisinden danışmanlık alıyorlarmış. Herhalde dünya kamuoyunda Çin fabrikalarındaki çalışma koşulları ile ilgili çok olumsuz haber yer aldığı için, çalışan mutluluğuna verdikleri önemi özellikle vurguladılar.

Fabrikada çok farklı veya ileri üretim teknikleri göze çarpmıyor. Üretim hatlarının çoğu batılı üreticiler tarafından sağlanmış. On küsur sene önce Türkiye’de Teletaş’taki üretimden daha farklı, daha ileri fazla bir şey görmedim.

Peki Çinlilerin teknolojideki başarı öyküsünden biz kendimize ders çıkartabilir miyiz?

  • Çin’in başarı öykülerinin ardında devlet var. Devlet kararlı davranmış, stratejik alanları belirlemiş, başarı için gerekli koşulları hazırlamış. Çin’in devlet güdümlü ekonomik modelini uygulamadan da ülke seviyesinde strateji oluşturmanın ve bu strateji ile uyumlu adımlar atmanın mümkün ve gerekli olduğuna inanıyorum.
  • Çinliler uzun vadeli ve büyük ölçekli bir vizyonla hareket etmişler ve bu yolda sabırla, fedakarlıkla yürümüşler. Güçlü sermaye yapıları, hissedarların kısa vadeli kar beklentileri ile uğraşmak zorunda olmamaları, belki de dünyaya bakış biçimleri onlara bu imkânı vermiş. Dünya çapında hedeflere koşacaksak, biz de uzun vadeli bakabilmeli, kısa vadede fedakarlık yapabilmeliyiz.
  • Çıkartılabilecek bir ders de, teknoloji oyununun dünyada artık farklı bir ölçekte oynanmakta olduğu ve bu oyuna bu noktada dahil olmanın o kadar da kolay olmadığı. Bir tarafta temel teknolojileri elde tutan Amerikalılar, bir taraftan yılda yüzbinlerce yeni mezun üreten Çin, Hindistan gibi ülkeler. Türkiye teknolojide başarı sahibi olacaksa, gücümüzü çok iyi seçilmiş az sayıda alana odaklamak zorundayız.

Yazımı son bir gözlem ile bitireyim: Çin, teknolojik ürünlerin tasarım ve üretiminde günü yakalamayı başarmış. Ancak, önünde hala bir adım var, o da yeni kavramlar ortaya koyabilmek, bir sonraki teknoloji dalgasını yaratabilmek. Bu seviye hala Batının hakimiyetinde; ama Çin bu kararlılıkla  kendisini oraya da taşıyacak.

Bu yazımı iki gün gecikmeyle, Türkiye’ye döndükten sonra yayınlayabiliyorum. Nedenin açıklaması, bir sonraki yazımda.

Yarın: Shenzen – Shangai Uçak Yolculuğu

Hayatta Kalabilmek için Sayısal Dönüşüm (Digital Transformation)

Danışmanlar, bilişim şirketleri ve basının sıkça sözünü ettiği Sayısal Dönüşüm kavramının tam ve doğru olarak anlaşılmadığını düşünüyorum ve tekrarlandıkça içinin boşalacağından korkuyorum.  Önümüzdeki dönemde şirketlerimizin hayatta kalmasını – ve bu şirketlerde hala çalışabilir olmayı – istiyorsak, Sayısal Dönüşümü bir an önce anlamamız gerek.  Öyleyse hemen başlayalım.

Sayısal Dönüşüm, bilişim teknolojilerini, özellikle de internet ve mobil’i, sonradan akla gelen ve mevcut iş süreç ve modellerine sonradan eklenen unsurlar olmaktan çıkartıyor, faaliyet alanınız ne olursa olsun, tam merkeze yerleştiriyor.  Bu şekilde dönüşen iş yapma biçimleri yepyeni verimlilik ve katma değer fırsatları yaratıyor.  Vereceğim örnekler şirketler ile ilgili olsa da, Sayısal Dönüşüm ticari kuruluşlarla sınırlı değil.  Devlet, üniversiteler, STK’lar, kısacası her türlü kurum Sayısal Dönüşüm için aday.

Şirketinizde herkesin önüne bir bilgisayar koyduğunuzda, bir de web sitesi ve facebook sayfası eklediğinizde belki internet çağını yakalamış oluyorsunuz, ama, Sayısal Dönüşümü başardım diyebilmek için daha bir fırın ekmek yemek lazım.

Sayısal Dönüşüm çeşitli eksenlerde gerçekleşiyor.  Birinci eksen, müşteri ilişkileri.  Sayısal Dönüşüm, müşterilere mobil, internet, mağazalardaki kiosk benzeri sayısal arayüzler gibi farklı erişim kanalları sunuyor.  Bu kanalların birbirileri ile entegre olmaları kritik.   Cep telefonumdan resmine bakıp alışveriş sepetime koyduğum ürünün siparişini web sitesinden tamamlayabiliyorum, örneğin.  Ya da mağazadaki kiosktan siparişimin durumunu görüyorum, belki teslimatı mağazaya yönlendiriyorum.

Sayısal Dönüşüm, müşteri deneyimi kadar, iş yapış biçimlerini de değiştiriyor.  Şirketler farklı kanallardan gelen detaylı bilgileri bir araya getirerek müşterilerini çok daha yakından tanıyabiliyor, onlara uygun tekliflerle satışlarını ve müşteri memnuniyetini artırabiliyor, yeni ürün geliştirme faaliyetlerini yönlendirebiliyor.

İkinci eksen, operasyon.   Sayısal Dönüşüm, süreçlerin otomasyonunu sağlayarak çalışanları daha verimli işler için serbest bırakıyor.  İşler sayısallaştıkça, mekanın önemi azalıyor, aynı iş ofisten de evden de, dünyanın öbür ucundan da yapılabiliyor, ekipler birlikte daha verimli çalışabiliyor, bilgi paylaşabiliyor.  Operasyon ile ilgili daha çeşitli ve detaylı veri toplandıkça ve analiz edildikçe, performans ve verimlilik artışları için yepyeni fırsatlar keşfedilebiliyor, veri ile donatılmış çalışanlar yönetime ve kararlara daha aktif katılabiliyor.

Üçüncü ve son eksen ise yeni iş modelleri.  Sayısal Dönüşümün gerçek gücü bu eksende saklı.  Yeni iş modelleri, mevcut iş yapış biçimlerinin uzantıları olabilir; örneğin bir süpermarket internet üzerinden sipariş almaya başlayabilir; kargo şirketi alıcının imzasını elektronik olarak kaydedebilir.  Ya da, Sayısal Dönüşüm yepyeni bir iş modeli ve gelir kaynağı ortaya çıkartır: Über, Airbnb, ya da ülkemizden YemekSepeti iyi birer örnek.  Yeni iş modeli için sıfırdan bir şirket kurulması şart değil.  Örneğin bir uçak motoru üreticisi, sattığı motorlardan gelen sensör verilerini inceleyerek havayolları için yakıt tasarrufu sağlayacak uçuş stratejileri oluşturabilir, ya da bir sağlık cihazları üreticisi cihazları buluta bağlayarak çok farklı paylaşım ve analiz hizmetleri yaratabilir.

Bu üç eksenin her birinde Sayısal Dönüşümü başarırsanız, sizi yepyeni fırsatlar, verimlilikler, yeni gelirler bekliyor.  Bunları siz değil, rakipleriniz yaparsa, durum fena.  Facebook sayfanızı oluşturarak çağa ayak uydurduğunuza inanıyorsanız, bir kez daha düşünmenizde yarar var.

Barselona’daki Mobil Dünya Kongresinden (MWC) İzlenimler

Geçen hafta Barselona’da katıldığım MWC kongresinden izlenimlerimi sizinle paylaşmak istedim. Uzun süredir düzenlenen bu konferans ve fuar, iletişim teknolojilerinde olan biteni ve eğilimleri görmek çok iyi bir fırsat.  Bilgi Teknolojileri de artık iletişim etrafında şekillendiği için, hemen her alandaki gidişatla ilgili iyi bir fikir veriyor.

Gelelim fuarda ön plana çıkan konulara:

Artık 5G konuşuluyor.  5G’nin, yüksek kapasitenin yanı sıra çok düşük gecikme süreleri gibi avantajları var.  Gecikme süresi mili-saniye seviyesinde olduğunda, otomobilinizin önündeki sensörün buluta gönderdiği veri binlerce kilometre uzaklıkta işlenerek, fren komutu araca yeterli sürede ulaştırılabiliyor.  O aracın içinde olmak ister misiniz, bilmem. 🙂

Konferansta çok konuşulan bir konu, internete henüz bağlanmamış, “sıradaki” bir milyar kişinin nasıl internete bağlanacağıydı.  Facebook, Google bu konuda görüş belirtti.  Özellikle Google, operatör olabileceğini söyleyerek ortalığı bir miktar telaşa verdi.

Nesnelerin Interneti herkesin dilinde.  Kişisel sağlık uygulamalarından akıllı şehirlere kadar çeşitli uygulamalar her yerdeydi.

Güvenlik, ana ilgi alanlarından biri olmayı sürdürüyor.  Nesnelerin Interneti yepyeni ve büyük güvenlik sorunlarına gebe.  Katıldığım bir konferansta konuşmacı bir telefonun kamerasını ve mikrofonunu internet üzerinden o kadar kolay ele geçirdi ki, tedirgin olmamaya imkân yok.  Bu alana büyük yatırım yapılacak, buna rağmen krizler yaşanacak belli ki.

Toplu SMS gönderen ve reklam satan şirketlerin sayısı da yüksekti.  Buralardaki ticaretin ölçeği hala çok büyük.

Cihazlar çok iyi anladığım bir konu değil; yine de heyecan verici pek bir şey olmadığını söyleyebilirim.  Belki en çok dikkatimi çeken, daha önce adı duyulmamış akıllı telefon üreticilerinin varlığıydı.  Herkes bu büyük pazardan pay almak istiyor. Giyilebilir teknolojilerin de çok örneği vardı, ama dikkat çekici yenilik yok.  Bir sonraki rekabet alanı belli ki Otomotiv.  3-4 stand’da internete bağlı otomobiller sergileniyordu.

Son olarak, fuarın kendisiyle ilgili birkaç not: Ziyaretçi sayısı 100 binden fazlaymış. Katılımcıların arasında zaman öldürmeye gelmiş hemen hemen hiç kimse yok; herkesin işi gereği katıldığı söylenebilir. Bu şekilde bakıldığında, 100 bin sayısı gerçekten etkileyici.  Etkinlik, Barselona’ya yılda doğrudan 500 milyon Euro bırakıyormuş.  Tabii insanın aklına, bu etkinliğe biz ev sahipliği yapamaz mıyız sorusu geliyor.  Bugünün koşullarında cevap ne yazık ki “Hayır”. İstanbul’da dahi yeterli büyüklükte fuar alanımız yok.  Trafik ve konaklama açısından daha uygun olabilecek Antalya’da da.  Son olarak, Türkiye’den katılımın çok kalabalık olduğunu, uçaklarda zor yer bulunduğunu da ekleyeyim.

Akıllı Şehir – Şehir 3.0

2025 yılında dünya nüfusunun %60’ının şehirlerde yaşaması ve İstanbul gibi mega-şehirlerin sayısının gittikçe artması bekleniyor.  Şehirler artık rekabette ülkelerden daha fazla ön plana çıkıyor.  Devasa boyuttaki sorunlarını aşabilen mega-şehirler büyük cazibe merkezleri haline geliyor; geri kalanlarında ise yaşam koşulları gittikçe zorlaşıyor.

Çağdaş şehircilik anlayışını tanımlamak için, “Akıllı Şehir” veya – teknoloji terminolojisine gönderme yapılarak – “Şehir 3.0”  terimleri kullanılıyor.  Sanayi devrimi öncesi, ticaret ve ulaşım merkezi olarak ortaya çıkan 0.0 şehirleri,  sanayi devriminin koşullarını yansıtan ve ilk modern şehirler diyebileceğimiz 1.0 şehirler izledi. Hiyerarşik yapılı, iyi çalışan bir makineye benzemeye çalışan bu şehirler zonlar halinde planlandı ve zamanla otomobil yolları etrafında şekillendi.

1990’larda, bireylerin insani ihtiyaçlarını ikinci plana attığı, içinde yaşayanları yabancılaştırdığı için çokça eleştirilen 1.0 şehirlere tepki olarak, şehirleşmeye ilişkin yeni düşünceler ortaya atılmaya başladı.  Önerilen yeni fikirler, şehirleri ağır sanayi fabrikaları veya makinelerinden ziyade, yaratıcı yüksek teknoloji şirketlerine benzetmeyi hedefliyordu.  Ayırt edici özellikleri daha az hiyerarşik ve katılımcı yönetim yapıları, insanı merkeze alan şehir planlaması, mahalle ortamlarının yaratılması, sanatsal değeri yüksek mimari eserler olan Şehir 2.0, bu özellikleriyle yenilikçi şirket ve sektörleri cezbetmeye çalışıyor ve ekoloji, yeşil, kültür, sanat gibi kavramları ön plana çıkartmaya özen gösteriyor.

Bilgi teknolojilerinde ardı ardına yaşanan devrimler, 2000’li yıllarda şehirciliği de derinden etkilemeye başladı ve böylece Şehir 3.0 ya da Akıllı Şehir kavramı doğdu.  Akıllı Şehri mümkün kılan, iletişim ve bilgi teknolojilerinin sağladığı yüksek bağlanırlık imkânları ve önceki yazılarımda yeni bir devrimi oluşturduğunu anlattığım Nesnelerin İnterneti, Büyük Veri ve Bulut Bilişim kavramları.

Şehirde yaşayanlar mobil cihazları ile sürekli iletişim halinde olduğu için, mekanlar artık daha akışkan.  Şehir sakinlerini işlerini gittikçe artan oranda seyahat etmeden, bulundukları yerden yapabilecekler.  Şehirlilere her an internet üzerinden erişebiliyor olmak, şehir yönetiminde de yeni imkânları mümkün kılıyor: Artık bilgiyi anlık paylaşmak, kamuoyunun gerçek anlamda nabzını tutmak, şehir sakinlerinin tercihlerini, taleplerini yakından izlemek mümkün.

Akıllı Şehirlerde sadece insanlar değil, tüm nesneler iletişim ağlarına bağlı.  Böylece şehri ayakta tutan sistemlerden beslenen bilgiler paylaşılabiliyor, analiz edilebiliyor ve sistemlerin iç verimlilikleri artırılırken, bir arada çalışan sistemlerden daha önce olmadığı kadar etkin sonuçlar almak mümkün oluyor.  Tüm şehir halkına açık veri ve sistemler, hayatı kolaylaştıran yaratıcı uygulamaların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor.

Akıllı şehirler bu özellikleriyle, ulaşım, enerji ve su yönetimi, güvenlik, şehrin sevk ve idaresi, belediye hizmetlerinin halka ulaştırılması gibi temel sorunlara yepyeni ve etkin çözümler getiriyorlar.

Akıllı şehirler aynı zamanda girişimciliği, yeni kurulan şirketleri, şehir sakinleri arasında daha fazla paylaşım ve etkileşimi destekleyen ortamlar yaratmayı hedefliyor.

Ülkemiz, gittikçe büyüyen ve şehirleşmesini sürdüren nüfusuyla, büyük fırsat ve tehditleri birlikte taşıyor.  Şehirlerimizin yapısı, geleceğimizin şekillenmesinde belirleyici rol oynayacak.  Yeni gelişen akıllı şehir kavramlarını benimsemek, 2.0 şehirleri geçip doğrudan 3.0’a sıçramak, hem şehirlerimizi yaşanabilir kılacak hem de dünyadaki rekabet gücümüzü artıracak.

Şebeke Tarafsızlığı (Net Neutrality) Tartışması Nedir ve Hepimiz için Neden Kritik Öneme Sahiptir?

net neutrality protestBu haftanın başında, ABD Başkanı Obama internet sağlayıcılarının elektrik dağıtım şirketleri benzeri regülatif kurallara tabi olduğunu söyleyerek, çok hararetli bir tartışmanın ateşini körüklemiş oldu.  Şebeke Tarafsızlığı veya Net Neutrality kavramını duymuş olsanız da olmasanız da, bireysel veya kurumsal internet kullanıcısıysanız (olmayanımız var mı? 🙂 ) bu tartışmanın sonuçlarının sizi de etkileyeceği muhakkak.

Internet, akademik dünyada son derece demokratik ve eşitlikçi bir ortam olarak doğdu.  Uzun süre kimsenin aklına internetteki trafiği ayrıştırmak ve farklı kategorilerdeki trafiğe farklı kurallar uygulamak gibi bir şey gelmedi.  Trafik çeşitlenip, görüntü, ses, video, mesajlaşma eklendiğinde, bu eşitlikçi ortam sorgulanmaya başlandı.

Geldiğimiz noktada internet devasa bir ticari platform.  Bu platformda video paylaşım gibi büyük gelir getiren ve altyapının kapasitesinin önemli kısmını kullanan hizmetler mevcut.  Bu hizmetleri sağlayan şirketler altyapıya beş kuruş para vermeden, işin kaymağını yiyorlar.  Bu adil mi?  Peki, parasını ödeyip daha yüksek kaliteli, daha kesintisiz erişim hizmeti almak isteyen kullanıcılar için farklı muamele olmamalı mı?

Bu sorular, Şebeke Tarafsızlığı karşıtlarının soruları.  Onlara göre, şebeke üzerinde koşan trafiğin özelliklerine, ödenen ücretlere göre farklı hizmet seviyeleri olmalı.  Tezlerinin arkasındaki mantık basit ve aslında kapitalizmin temel ilkelerine uygun. Şebeke tarafsızlığını savunanlar ise son yirmi yıldaki “e-devrim”in ve bu devrimin getirdiği parlak başarıların arkasında internetin eşitlikçi ortamının olduğunu söylüyorlar.  Sordukları soru düşündürücü: Internet gücü olanlara ayrıcalık sağlarsa, yeni fikirler, yenilikçi şirketler nasıl ortaya çıkacak?

Link’ini verdiğim New York Times makalesi, şebeke tarafsızlığının ne olup ne olmadığı basit bir dille anlatıyor.  Elektrik şebekesi tarafsız şebekeye iyi bir örnek.  Elektrik dağıtım şirketi buzdolabıma giden elektrikle bilgisayarıma giden elektriği farklılaştır(a)mıyor, elektriği ne için kullandığımı dahi bilmiyor.  Diğer uçta ise kablo üzerinden içerik hizmeti veren, bizdeki Digitürk, Türksat modelindeki şirketler yer alıyor.  Alacağınız hizmetler ve ücretleri belli, bunların arasından seçiyorsunuz.  Bu ücretlendirme sistemi sayesinde futbol maçları, yeni diziler gibi özel içeriğe ulaşabiliyorsunuz ve kim neyi tüketiyorsa, onun ücretini ödüyor.

Şebeke tarafsızlığı tartışması, tüm dünyada sürüyor.  Ancak tartışmanın ilk sonuçlarını vereceği yer, internetin doğduğu ve büyüdüğü ABD olacak muhtemelen.  Bu sonuçlar, internette hangi içeriğe ve hizmetlere, hangi koşullarda ulaşabileceğimizi derinden etkileyecek.

Sözünü ettiğim New York Times makalesine ulaşmak için tıklayın.

Büyük Veriden Önce, “Küçük” Verilerinizi Değerlendirin

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Büyük Veri başlıklı yazımda anlatmaya çalıştığım gibi, teknolojide önemli eğilimlerden biri, miktarı, çeşitliliği ve üretim hızı çok yüksek olan verinin saklanması, işlenmesi ve aksiyona dönüştürülmesini ifade eden Büyük Veri kavramı.

Büyük Veri teknolojisi, göz ardı ettiğimiz ya da geçmişte teknoloji yeterli olmadığı için göz ardı etmek zorunda kaldığımız veriden anlam ve değer üretiyor.  Özellikle internet şirketleri ve büyük kuruluşlar için öncelikli bir rekabet alanı olduğu için, Büyük Veri basının ve teknoloji sağlayıcılarının gündeminde.  Her şirketin bu teknolojilerin sunduğu fırsatları nasıl değerlendirebileceğini araştırması önemli olsa da, Büyük Veriye yönelik vaatlerin heyecanına kapılmadan önce bir nefeslenmek ve bu yeni okyanusa yelken açmadan, kendi limanımızdaki imkanları değerlendirdiğimizden emin olmak gerek.

Hemen her şirketin bilgi sistemleri değerlendirilmeyi bekleyen “küçük” verilerle dolu.  Stok miktarları, cari hesaplar, müşteri kârlılıkları, ürün satış adetleri, üretim raporları, tedarikçi faturaları,…. Liste uzayıp gidiyor.  Bu verilerin bir kısmı kolayca raporlanıp iş kararlarına katkıda bulunabilir, bir kısmı ise raporlanmalarına rağmen doğru dürüst kullanılmamakta.

Kurumun, elindeki -küçük ya da büyük- veriyi değerlendirebilmesi için bir kültür değişimine ihtiyaç var.  Veri temelli yönetim ve veri temelli karar alma kazanılan bir alışkanlık.  Bir karar alırken uyguladığınız yönteme daha yakından bakın: Karara yönelik objektif ve yeterli veri toplayarak mı başlıyorsunuz, yoksa hislerinize, duyumlarınıza göre mi karar veriyorsunuz?

Veri temelli kültür oluşturabilmenin koşulları var:  Öncelikle, veriniz güvenilir ve tekil olmalı.  Raporlardaki verinin doğruluğuna kimse inanmıyorsa, ya da bendeki veri yan ofisteki arkadaşımın elindeki veriden farklıysa bir sorunumuz var.  Benim görüşüm, önceliğin verinin tekilliğinin sağlanmasında olduğu yönünde.  Herkes aynı veriye bakıyor ve bu veriye göre değerlendirme yapıyorsa, verinin kalitesinin yükselmesi için gerekli adımlar nasıl olsa atılacaktır.

Veriyi tekilleştirdikten sonra ikinci önemli adım erişilebilir kılmak ve özellikle günlük hayatlarında veriyi üretenlere geri bildirim sağlamak.  Hangi müşterilere yüksek oranda satış yaptığını satıcıya, depodaki fire oranını depocuya hızlı geri döndürebilirsek, onlara davranışlarını iyileştirme imkanı vermiş oluruz.

Gözden kaçırmamamız gereken diğer koşul da, çalışanlardan beklentiyi ve başarısının hangi veriye dayalı olarak nasıl ölçüleceğini net olarak ortaya koymak ve anlaşılmasını sağlamak.  Nihai amacımız, tüm verinin tutarlı olduğu, herkesin kendisi ilgilendiren veriye yeterli hızda eriştiği ve bu veri baz alınarak açık bir şekilde değerlendirildiği bir ortam yaratmak.

Pek çok kuruluş için, bilgi sistemlerinde zaten mevcut olan verileri bu şekilde etkin kullanmanın iş sonuçlarına hızlı geri dönüş sağlayacağına ve büyük veriden yarar elde edilmek için gerekli kültürü oluşturacağına inanıyorum.

Türk Bilişim Sektörünün – ve Türkiye’nin – Önündeki Fırsat KOBİ’ler

Türk Bilişim sektörünün ekonomimizin hacmi ile orantısız seviyede küçük olduğu, özellikle yazılım ve hizmet gelirlerinin gelişmiş ülkelerin çok altında olduğu yıllardır konuşulur durur.  Gerçekten de, Türkiye’de kişi başına düşen bilişim harcaması gelişmiş ülkelerin onda biri mertebesinde.  Asıl katma değerin yer aldığı yazılım ve hizmet segmentlerinin Türk pazarının sadece %25’ini kapsadığı da (gelişmiş ülkelerde %60) dikkate alındığında,katetmemiz gereken mesafenin ne kadar büyük olduğu kolayca anlaşılır sanıyorum.

Hızla kapatmamız gereken bu uçurumu oluşturan faktörler arasında belki en belirleyici olanın, KOBİ’lerdeki bilişim kullanımı eksikliği olduğunu düşünüyorum.

KOBİ’ler, Türk ekonomisinde büyük bir yer tutuyor ve bilişim harcamaları da bir o kadar düşük.  OECD raporlarına göre, Türkiye’de 3 milyonu aşkın işletme var.  Bu işletmelerden yalnızca 20 küsur bini 500’den fazla çalışana sahip.  100 kişiden fazla çalıştıran işletme sayısı ise 500 bin civarında.   Türkiye’de Orta/Büyük ölçekli şirketlerin toplama oranı %0,6 iken, Güney Afrika’da %6,9; Brezilya ve Malezya’da ise %3.

Sektörler arasında farklılık gösterse de, Türkiye’de orta ölçekli işletmelerin dahi bilişim harcamaları bize benzeyen ekonomilerdeki muadillerinin %50 altında.  KOBİ’lerin durumunu ise ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.  Elimizde pek fazla güvenilir veri yok, ama hepimizin çevremizdeki örneklerden yeterli kanaati var sanıyorum.

KOBİ segmentinin ekonomimiz ve toplumsal yaşamımızdaki bu büyük ağırlığı ve KOBİ’lerde bilişimin dayanılmaz hafifliği, geleceğimiz için büyük bir riskle birlikte büyük bir fırsatı da barındırıyor.  KOBİ’lerde bilişim kullanımını yaygınlaştırabilsek, bu yolla KOBİ’lerin kurumsallığını, “kayıt altında”lığını, verimliliğini, yenilikçiliğini artırabilsek, sadece Bilişim sektörünün on yıllardır beklenen patlamasını gerçekleştirmiş olmayacağız, ülkemizin geleceğe doğru büyük bir atılım yapmasını sağlayacağız.

Bu dönüşümün uzun, sabırlı ve büyük ölçekli bir uğraş gerektirdiği açık.  İyi haber, yakın geçmişteki teknolojik gelişmelerin elimizi çok güçlendirmiş ve işimizi kolaylaştırmış olması.   Bilişim sektörü ve kamu otoritesi, bir dizi tedbirle KOBİ’lerde bilişimin yaygınlaşmasını büyük ölçüde hızlandırabilir:

  1. Temel altyapı hizmetlerinin yaygınlığının ve erişilebilirliğinin sağlanması: Bilgisayar – ya da akıllı cihaz – sahipliği ve geniş bant erişimi Türkiye’de oldukça yaygın hale gelmiş durumda.  Bundan sonra, hız (bant genişliği) ve maliyet konularına odaklanmaya ihtiyaç var.  İletişim sektörünün gelişimi zaten bu yönde; kamu da vergi yükünde iyileştirmeler sağlayabilir.
  2. Bulut Bilişimin yaygınlaşması: KOBİ’lerde bilişim kullanımının artması için sihirli değneğin Bulut Bilişim olduğunda inanıyorum.  Bulut Bilişim sayesinde küçük şirketler daha önce satın alamayacakları ve işletemeyecekleri müşteri ilişkileri yönetimi, proje yönetimi, kaynak planlama, doküman yönetimi, elektronik ticaret, yardım masası gibi farklı uygulamalara kolayca erişebiliyorlar.  Türkiye’de KOBİ’lere Bulut Bilişimi  telekom operatörleri götürecek gibi duruyor.  Bankalar da bu kervana katılabilir.  Kamu otoritesi, güvenlik, süreklilik gibi alanlarda standartları oluşturarak ve sağlayıcıları denetleyerek, yaygınlaşmanın önündeki büyük engellerden biri olan güven sorununun aşılmasına yardımcı olabilir.  Bulut Bilişim ve Veri Merkezi alanlarında bir ülke stratejisine ihtiyaç olduğuna inanıyorum, ama bu yazıyı uzatmayayım, belki başka bir yazıda işlerim.
  3. E-Devlet, E-Fatura, E-Arşiv örneklerinin çeşitlendirilmesi ve yaygınlaştırılması: Bu zorunlu uygulamalar, işletmeleri bilişim dünyasına yönlendirmenin en kestirme yolu herhalde.  Kamunun bu yönde attığı adımları önemsiyorum ve hızlanması gerektiğini düşünüyorum.
  4. Bilinçlendirme ve Eğitim:  Gerçekten de, “Eğitim şart!” 🙂  KOBİ’lere bilişimin etkisini ve katma değerini bıkmadan anlatmalıyız.  Sektörümüzün bit’li bayt’lı diliyle değil, anlaşılır biçimde.  Bilişim Sektörünün bu alanda kamu ile birlikte hareket etmesi gerekli.  Kamu spotlarında sigaranın zararları kadar, bilişimin yararları da yer almalı.
  5. Teşvikler: Devlet, Bilişim sektörüne, daha doğrusu Ar-Ge yapan işletmelere çok değerli teşvikler verdi ve bu teşvikleri çeşitlendirmeye devam ediyor.  Kullanıcıyı teşvik etmenin de geliştiriciyi teşvik etmek kadar gerekli ve önemli olduğuna inanıyorum.   Bilişim yatırımının belli oranda vergi matrahından düşülmesi, KDV’nin azaltılması gibi tedbirler, yaygınlaştırmaya büyük hız kazandırabilir.

Internet’in kitlelere ulaşması ve Bulut Bilişimin uygulamaları erişilebilir kılması, Türk ekonomisinin sınıf atladığı bir döneme denk geldi.  Bu fırsatı kullanarak KOBİ’lerimizi 21. yüzyıla taşıyabilirsek, Türkiye’nin önü açılacak.

Kaynakça:

  1. OECD: Türkiye’deki Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler
  2. T.C. Kalkınma Bakanlığı:  Bilgi Toplumu Stratejisinin Yenilenmesi Projesi 20 Haziran 2013 Tarihli Mevcut Durum Raporu

Teknolojide Gerçek Devrim: Nesnelerin İnterneti, Büyük Veri ve Bulut Bilişimin Kesişimi

nestBundan önceki üç yazımda, bilgi teknolojilerindeki üç önemli gelişmeyi ele almıştım: Nesnelerin İnterneti, Büyük Veri ve Bulut Bilişim.  Her biri devrim niteliğindeki bu gelişmeler birbirlerini destekliyor ve hızlandırıyor.  Üçünün kesişimi, bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz senaryoların sonunda gerçeğe döneceği günleri yaklaştırıyor.  Bu yazımda,  bu teknolojilerin kesişiminin bize sunduğu yeni olanakları kısaca ele almak ve bu üçlü arasındaki etkileşimi vurgulamak istedim.

İki senaryo örneği vererek başlayacağım.  Birinci örnekte, evinizin termostatı, sizin yaşam alışkanlıklarınızı takip ediyor ve öğreniyor, bunu farklı saatlerdeki enerji fiyatları gibi bilgiler ile harmanlayarak, sizin bir şey yapmanıza gerek kalmadan, evinizi her saatte en uygun sıcaklıkta tutuyor.  İkinci örnekte ise, sabah 08:00’deki uçağınıza yetişmek için alarmını 05:00’e ayarladığınız telefonunuz, uçak rezervasyonunuz olduğunu sizden habersiz akıl ediyor, uçağın kalkış saatindeki rötarı öğrenip, uyanma saatinizde size bildiriyor.

Bu iki senaryonun ikisi de gerçek.  Birincisi Nest’in akıllı termostatı, ikincisi ise Google Now.  İki senaryo da çok basit görünse de, perde arkasında devrimin üç silahşörlerinin yoğun mesaisi var: Termostat, nesnelerin internetinin bir örneği.  Isı tercihlerinizi buluta gönderiyor.  Bulutta size ait bilgiler, çok sayıda başka kullanıcının kullanım bilgileri ile harmanlanarak, size özel program oluşuyor.   Google Now örneğinde de, bulutta yer alan bilgilerinizi – elektronik postalarınız, rezervasyonlarınız – tarayan uygulama, uçağınız olduğunu anlıyor ve bu bilgiyi ve alınacak aksiyonları size özelleştiriyor.

Bu heyecan verici uygulamalara proaktif ya da öngörülü uygulamalar demek mümkün.  Artık bilgisayardan ne istediğinizi net olarak ortaya koymanız şart değil.  Bilgisayar, daha doğrusu buluttaki uygulamalar, size özel bilgileri büyük veriden damıtılmış akılla şekillendiriyor, sizin bir şey yapmanıza gerek olmadan proaktif olarak aksiyon alıyor.

Bu denklem bir kere kurulduktan sonra yapılabilecekler neredeyse sonsuz.   Seyahate çıkacağınızı ve evin  boş kalacağını anlayan bulut uygulamaları, termostatı, evin güvenliğini, enerji harcamasını sizin müdahaleniz olmadan doğru şekilde ayarlayabilir.  Trafiğin sıkışık olduğunu anlayan ve boş park yerlerinin azaldığını gören uygulamalar, sizi 15 dakika erken uyandırabilir.

Bu basite indirgenmiş senaryolar olmasa da olur dediğinizi duyar gibi oluyorum.   Günlük yaşamımızda neyin işe yarar, neyin sinir bozucu olduğunu tercihlerimizle belirleyeceğiz.  Bu teknolojilerin ve büyük verinin anında işlenerek özelleştirilmesine dayanan proaktif uygulamaların asıl önemli katkıları, sağlık, enerji, eğitim, güvenlik, tarım gibi yaşamsal alanlarda olacak.   Alarmım erken çalmayı akıl etmese de olur, ama yaşamsal verilerimi sürekli gözleyen, bu verileri büyük veriden elde edilmiş istatistiki akılla yorumlayarak sağlığımı yönlendiren, acil durumda daha ben farkına varmadan doktorumu çağıran uygulamalara her zaman kapım açık. 🙂

Bilgi teknolojilerinin bu yeni gücü, iş dünyasının her alanına hızla yayılacak.  İnternet’in yaygınlaşma dalgasında olduğu gibi, yeni dünyaya ayak uyduranlar için yepyeni fırsatlar doğacak; ayak sürüyenlerse geride kalacaklar.  Bireyler, işletmeler ve ülke olarak stratejimizi geciktirmeden oluşturmalı ve kazanan tarafta yerimizi almalıyız.

Bu serideki diğer yazılar:

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Bulut Bilişim

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Nesnelerin İnterneti

Teknolojide Yeniden Devrim Zamanı: Büyük Veri